Âşık Remzâni

 

 

 

YORUMU İLE PİR DERGÂHINDAN NEFESLER

 

Mehmet Hamdullah Çelebi (1767-1836)

 

Hüseyin Hürrem ULUSOY

Temmuz - Ağustos  2015

 

Asıl adı Mehmet Hamdi olan Hamdullah Çelebi, Osmanlı Padişahı II. Mahmut döneminde, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla bağlantılı olarak Amasya’ya sürgün edilmiştir.

 

Şiirlerinden örnekler sunuyoruz.

 

Suçum

 

Hamdullah Efendi’nin bu şiiri sürgüne giderken veda ziyaretinde bulunduğu Dergâh’ta söylediği tahmin ediliyor.

 

Zât-i pâkinden haberdâr olduğum mudur suçum?

Emrine her dâim boynum eğdiğim midir suçum?

Halk-ı âlem atlas-ı zîbâ’ya gark olmuş gezer

Ben garîbin bu abâ’yı giydiğim midir suçum?

 

Varlığınızı ve yüceliğinizi tanıyıp (bilip) sürekli emrinize boyun eğdiğim için mi suçlu oldum? Cümle âlem giyinip kuşanıp (yiyip içip zevk ederek) yaşarken, ben garip kulun kanaatkârlığı seçip bir abâya (ve hırkaya) razı oldum, yoksa bu mudur suçum?

 

Mücrime lâ taknetû min rahmetillâh var deyü

Eyledim isyân-ı cürmüm affeder Settâr deyü

Gece gündüz yüz sürüp dergâhına Gaffâr deyü

Her cihetten sana îmân ettiğim midir suçum?

 

Kur’an’da “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.” âyetini okudum. Öyleyse Tanrı, isyanımı ve suçumu affeder, çünkü “örtücüdür diye düşündüm.

 

Gece gündüz Hakk’ın Dergâhı’na yüz sürdüm ki “affedicidir” diye. Her yönden sana bağlandım (yine de bağışlamadın) yoksa bu mudur suçum?

 

Ya Hâlik küllî cihânda dâne verdin kısmeti

Hem dahi müşrîk münâfık münkirâne devleti

Ben kuluna çektirirsin bunca derdi zahmeti

Yoksa sana dost olanı sevdiğim midir suçum?

 

Yüce Yaratıcı tüm yaşamım boyunca kısmetimi kıt verdin! Müşrikleri, münafıkları ve inkârcıları ise bolluk içinde yaşattın.

 

Ben (zavallı) kuluna bunca derdi ve eziyeti yaşattın. Yoksa seni (gerçekten) seven mazlumların hakkını savunduğum için mi suçlu oldum?

 

İsm-i pâkin anmayanlar zevk ile handân olur

Ben gedânın her işi efgâr ile efgân olur

Rûz ü şeb yâd eyleyenler derd ile nalân olur

Dilde dâim ismini yâd kıldığım mıdır suçum?

 

Seni akıllarına getirip de ismini anmayanlar (doğruyu yanlışı bilmeyenler) zevk ve neşe içindeler. Ben yoksula ise yaralanıp ıstırap ile bağırmak düştü.

 

Benim gibi gece gündüz seni ananlar dert yükü olup inlediler. Yoksa seni gönülden sevip andığım mıdır suçum?

 

Meşrebine bunca hikmet vermedin ruhsat ile

Zerrece âmân mı verdin sana râm olan kula

Hamdullah bilmez ki cürmün istiğfâr kıla

Gözlerimden kanlı yaşlar döktüğüm müdür suçum?

 

Allah’ın hikmeti ki huyunu anlamama da izin vermedin! Sana boyun eğip teslim olmuş bu kuluna hiç mi acımadın? Hamdullah suçunu bilmiyor ki özür dilesin! Şimdi çaresizlik içinde kanlı yaşlar döküyorum yoksa bu da mı suç?

 

Mi’râc-ı Nebî

 

Mehmet Hamdullah Çelebi, Amasya’ya sürgün edildikten sonra “Hasretî” mahlasını kullandı.

 

Bu süre içeresinde yazmış oluğu miraçlama çok yaygındır.

 

Kün dedi karar eyledi

Yeri göğü arşullahî

Çâr anâsırdan yarattı

Âdem-i Safiyy-ullahî

 

(Yüce Tanrı) Kün1 (ol) emri ile yeri göğü ve kâinatı yaratmaya karar verdi. Dört unsurdan (ateş, su, yel ve topraktan) Âdem-i Safiyullah’ı yarattı.

 

Ve lekad kerremnâ” dedi

Melekler secdeye indi

İblis lâin etmem dedi

Takındı (toku) lânetullahî

 

Tanrı, “Biz öyle bir insanoğlu yarattık ki, aslı nurdur görünüşü insan onu saygıdeğer kıldık”2 dedi. Melekler (Âdem’e) secde ettiler. (Allah’ın) nefret(ini) kazanmış olan İblis3, “Secde etmem dedi. (Böylece) boynuna lâ’net (halkası) takıldı.

 

Âdem ol Hâlik’i gördü

Başına çok hâller geldi

Cemâline bir nûr indi

Âdem bildi nûrullahi

 

Âdem o yaratıcıyı gördü (ve tanıdı). Allah’ın bir nur olduğunu anladı. Allah’ın nuru Âdem’in cemâlinde (yüzünde) görünür oldu. (Tanrı’nın kimi emirlerine uymadığı için) Âdem’in başına çok işler geldi.

 

Âdemden zürriyet geldi

Hak emri ile dört gürûh oldu

Dördüne dört tâat verdi

Ol fikri zikrullahî

 

Âdem’den insan soyu türedi. Tanrı’nın emri ile (insan toplulukları) dört gruba ayrıldı. (Tanrı) Bunlara dört türlü ibadet verdi. Düşüncesi ve emri böyleydi.

 

Bir katre nutfeden oldu

Âdem’den nûr Şît’e indi

Ehl-i Hak tahkîk kıldı

Ve Şît Nebiyullahî

 

(Âdem’in) Bir damlacık meniden (oğulları) oldu. (Ancak) Âdem’den nur (nübüvvet) Şit’e geçti. Şit4 Peygamber, Hakk’ı bilenleri (sevenleri) inceledi.

 

Açıldı Hâşimî necli

Murtaza Mustafa nesli

Yüz yirmi dört bin nebî

İbrahim Halilullahî

 

Yeryüzünden yüz yirmi dört bin nebi geçti. İçlerinden Halil İbrahim Peygamber seçildi. Haşimîler5 (yani) Murtaza’nın (Ali’nin) ve Mustafa’nın (Muhammed’in) soyu buradan açıldı.

 

Halil’i evlâdı bilip

Abdülmüttalib Ebû Talib

Ol zaman nûr(u) iki bölüb

Bilenler bildi billâhî

 

Halil İbrahim’in evladı olarak Abdülmüttalib6 ve Ebu Talib7 dünyaya geldi. Bunlardan sonra nur ikiye bölündü (nebilik ve veliliktir ki; nübüvvet Muhammed’e vilâyet Ali’ye verildi). Yemin olsun ki bunu bilenler bildi.

 

Abdullah’dan Nebî zuhur

Dü cihân oldu fâhir

Ebu Talib’den geldi nûr

Aliyy-ün Velîyullahî

 

Abdullah’tan (gelen nur ile) iki cihânın övüncü olan Peygamber (Muhammed Mustafa), Ebu Talib’ten gelen nur (ile de) evliyâlık nuruna sahip olan Aliyye’l Murtaza dünyaya geldi.

 

Dü cihân güneşi Ahmed

Vahiy geldi oldu irşâd

Münkîrler ne bilsin ahad

O bir nûr-ü nûrullahî

 

İki cihanın güneşi Ahmed’e (Allah’tan) vahiy geldi, (insanlığı) irşad etti. İnkârcılar o zatı bilemediler. O, Allah’ın bir nurundan bir nurdu.

 

Hak emretti Cebrâil’e

Habîbim Mi’râc’a gele

Önünde delîli bile

Cebrâil Emînullahî

 

Cenab-ı Allah Cebrail’e emir verdi: “Sevgili (kulum Muhammed Mustafa) Mi’rac’a gelsin! Cebrail Eminullah da ona kılavuzluk etsin.

 

Dostunun selâmın aldı

Gönülleri şâzi kıldı

Cebrâil’i rehber bildi

Arzu ettiler Allahî

 

(Muhammed Mustafa) Dostunun (yüce Tanrı’nın) selamını aldı. Gönlü mutlulukla doldu.

Cebrail’i kılavuz olarak yanına aldı. Allah’ı (bir an önce görmeyi) arzu etti.

 

Arş-ı muazzam’a vardı

Anda çok hikmetler gördü

Habîb’e bir nişân verdi

Hatem-i Nebîyullahî

 

Sınırı belli olmaya muazzam bir kâinata vardı(lar). Orada akla sığmayan görülmedik şeyler gördü(ler). (Allah’ın) Sevgilisine orada bir nişan verildi ki, bu Peygamberlik timsali olan bir yüzüktü.

 

Yetmiş iki perde geçti

Hakk’ın emri ile açtı

İki perdeyi anda geçti

Göründü hikmetullahî

 

(Kâinatta) Yetmiş iki perde (boyuttan) geçti(ler). O kadar hızlı idi(ler) ki (iç içe geçmiş boyutları) ikişer ikişer aştı(lar). (Orada) Allah’ın akıl almaz gücü (bir bir) göründü.

 

Sıtret-ül Müntehâ(ya) vardı

Cebrâil ânında durdu

Bundan öte sana dedi

Sen görürsün ol Allahî

 

Son perdeye vardıklarında Cebrail bir anda durdu: “Bunda sonrası artık sana ait (Tek başına yola devam edeceksin, ben gelirsem yanarım! Yolu tamamladığında) Yüce Tanrı’yı görürsün!” dedi.

 

Nalinin çıkarmak ister

Hatiften nidâ “dost” der

Arş-ı azîm’i gel göster

Nalin-Habîbullahî

 

(Muhammed) Ayakkabısını çıkararak (yalınayak tevazu ile) içeri girmek diledi. Nerden geldiği belli olmayan bir ses “Dost(um) (öylece gel)! Ayağındakiler seni kâinatın zirvesine taşıdı. Onlar da görsün (hizmetinin karşılığını).

 

Azîzullah el uzattı

Nûru âlemi bezetti

Âlem bu anı gözetti

Ver(di) Hâtem Nebîyullahî

 

(O anda) Işığı tüm âlemi süsleyen (aydınlatan bir) Evliyâ (kudret) elini uzattı. Tüm kâinat buna şahit oldu. (Muhammed) Nübüvvet mührünü taşıyan yüzüğü (o ele) verdi.

 

Uçmak kapısına vardı

Destûr Ya Allahım!” dedi

Gel” deyü Rabb virdeyledi

Uzattı dest(-i) sırrullahî

 

Cennet’in kapısına vardı. “Yüce Tanrım (gelmeme) izin ver!” dedi. Tanrı: “Gel” diye emretti. Allah nurdan elini ona uzattı.

 

Bilenler bilir bileni

Gerçeğe âşık olanı

Gördü bir mahbûb civânı

Habîb bildi Sırrullahî

 

Bilenler (ârifler) bileni (bilgi sahibini kuşkusuz) bilir. Gerçeğe (Tanrı’ya) âşık olanı da görürler. (Muhammed orada) Yakışıklı bir genç gördü. (Allah’ın) Sevgilisi bu sırrı anladı. (Allah en şerefli yaratık olarak insanı görmüş ve güzel bir insan cisminde görünür olmayı tercih etmişti).

 

Âşık ma’şukunu gördü

Habîb maksûduna erdi

Doksan bin kelâmın sordu

Danıştı kelâmullahî

 

Âşık sevdiğini görmüş ve muradına ermişti. (Tanrı’dan) Doksan bin kelamı (söz ve bilgiyi) öğrenmek istedi. Bir bir danıştı. (Nasıl öğrenir ve uygulardı).

 

Otuz bini şeriatta

Otuz bini tarikatta

Otuz bini hakîkatta

Bilenler bildi billahi

 

(Bu bilgilerin) Otuz bini şeriatla, otuz bini tarikatla ve otuz bini de hakikatle ilgiliydi. Tanrı’ya yemin olsun ki bilenler (ârifler öteden beri bunları) bildi (haberdar oldu).

 

Süt, elma ve baldan aldı

Kudret lokması da geldi

İkisi de bile tattı

Yediler ni’metullahî

 

Tanrı kudret lokmasını sundu. (Muhammed) Süt, elma ve baldan aldı. (Süt soyluluk demekti ki Muhammed Şit’ten ve İbrahim’den geliyordu. Elma Cennet meyvesiydi, O’na ve sevenlerine Cennet’i müjdeledi. Bal ise asla kokmaz ve bozulmazdı. Birlik ve çalışmanın ürünüydü. Peygamber’in soyu sonsuza kadar bozulmadan devam edecekti.) Gelen nimetten ikisi de tattılar.

 

Kudret hazinesin buldu

Özünü ikiye böldü

Engürü bergüzâr aldı

Secde etti bâbullahî

 

(Peygamber, Allah’ın kudret eliyle sunulmuş olan) Hazineyi bulmuştu. (Bilgi edinmiş ve kudret lokmasından yemişti).

 

Kazandıklarının bir kısmı sır olarak kalacak. (Bunları ancak çok yakınlarıyla paylaşacak). Bir kısmını da (Allah’ın izni ile) ümmetine açıklayacaktı. Üzümü yanına hatıra (kanıt olarak) olarak aldı. Tanrı’nın kapısına secde etti.

 

Gelmek için destûr aldı

Cihânı gülşen şâz kıldı

Mü’mine tevhîdi verdi

Tutmak için illallahî

 

Gelmek için (Dünya’ya geri dönmek için Tanrı’dan) izin aldı. (O anda) Tüm kâinat mutlulukla dolu bir gül bahçesine dönüştü.

 

İnananlar Allah’ın birliğine erdiler. (Yedullahla verdikleri sözü). Yerine getirmeye and içtiler.

 

Kırklar yolunu gözetti

Vardı Kırklar’ı bezm etti

Oturuben niyâz etti

Selmân sundu keşkûllahî

 

Kırklar onun gelmesini bekliyordu. (Muhammed) Kırklar’ın meclisine dâhil oldu.

Niyaz etti ve yerine oturdu. (Şeydullah’tan dönmüş olan) Selman keşkülünü (Allah’ın verdiği nimetleri Kırklar’a) sundu.

 

Ali anda tavaf etti

Doksan bin kelâm vasfetti

Hâtemi nümâyân etti

Verdi Şâh’a Emrullahî

 

(O anda) Ali de meydana çıkıp niyaz etti. Doksan bin kelamı övdü. (Orada bulunanlara) Hazret-i Emrullah’ın (Mi’rac yolunda) kendisine vermiş olduğu yüzüğü gösterdi.

 

Esrâr-ı Hak galib oldu

Kırklar murâdını aldı

Habîbullah anda geldi

Gördü Ali Keremullahî

 

Hakk’ın sırları üstün geldi (Kırklara açıklanmış oldu). Bununla Kırklar arzu ettiklerine kavuşmuş oldular.

 

Allah’ın sevgilisi (Muhammed Mustafa da) Kırkların meclisinde bulunarak Allah’ın lütuf ve keremine mazhar olmuş olan Ali’yi daha iyi tanımış oldu.

 

Selmân’a bir üzüm verdi

Yâr yâri ol demde gördü

Hepsi pervâneye girdi

Tutundular arşullahî

 

(Muhammed, Mi’rac’dan getirmiş olduğu) üzümü Selman’a verdi. Sevenler sevdiklerini o demde gördüler. (Sıktıkları üzüm suyunu içip cezbe geldiler).

 

Hepsi (semaha kalktılar) pervane (gibi) döndüler. (Ayakları yerden kesildi âdeta) Arşa tutundular.

 

Şâh Hasan Hüseyin geldi

İmâm Zeynel yâre aldı

İmâm Bâkır şehîd oldu

Rızâ-yı Vârıdullahî

 

(Peygamber’in torunları) Hasan ile Hüseyin (dünyaya) geldiler. (Çok acılar çektiler). (Onların acısı) İmâm Zeyne’l’i (de) yaraladı. İmâm Bâkır’ı (da) şehîd ettiler. Hakk’a erişmek için (kaderine) rıza gösterdi.

 

İmâm Ca’fer din rehberi

Musa Kâzım din serveri

Olam Rızâ’nın çâkeri

Veririm cânı billahi

 

İmâm Ca’fer (büyük bir âlimdi, yazdığı eserlerle) din konusunda yol gösterdi. Musa Kâzım dinin başı (başkanı) idi. Tanrı’ya yemin olsun ki Rıza’nın kapısında kul olabilmek için canımı dahi veririm.

 

Takî Nakî Şâh Askerî

Onlar birbirinin yâri

Mehdî mü’min intizârı

Tez gel zamanullahî

 

Takî, Nakî ve Askerî bunlar birbirinin sevgilisidir. İnananların yollarını gözlediği “Zamanın Sâhibi” Mehdî tez gel.

 

Çar emânet fahri geldi

Muhammed, Ali’ye verdi

Âhir sâhibi var” dedi

Bektaş-i Kaddesallahî

 

Allah tarafından dört emanet önce Muhammed’e verildi. Muhammed, Ali’ye verdi. (Sonra sırasıyla İmâmlardan en son Hace Ahmed Yesevî’ye geçti. Her sorulduğunda) “Sahibi var, gelir alır” dedi. (Emanet sonunda sahibini buldu. Bu kişi) Allah mukaddes ve mübarek eylesin Bektaş idi.

 

Kutb-i âlem Hünkâr geldi

Emânet sâhibin buldu

Bunca erler nasib aldı

Bağladı rızaullahî

 

Âlemlerin kutbu Hünkâr gelerek kutsal emanetleri devraldı. Bunca erenler rızalık vererek, ondan el aldılar.

 

Bendesin almış araya

Varınca bakîy saraya

Hasîretî bîçâreye

Şefaat eder inşallahî

 

Ben kulunu da muhibleri arasına almış. Ebedî mekâna varıldığında inşallah Biçâre Hasretî’ye (de) şefaat eder.

 

 

Notlar:

 

1. Kün fe-kân, kün fe-yekûn: Olan oldu.

 

2. İrâ Sûresi 70. Âyet.

 

3. İblis: Şeytan, Azazel ya da Azazil de denir. Âdem’e secde etmediği için Cennet’ten kovuldu. Akıllı, bilgili, melek türünden bir varlık olmakla birlikte, diğer canlıları şere yöneltmek ister.

 

4. Şit: Âdem’in Habil ve Kabil’den sonra doğan üçüncü oğlu. Kabil’in Habil’i öldürmesinden beş yıl sonra doğmuştur. Habil ve Kabil’in zürriyeti olmadığından insanlık Şit’ten türemiştir. Âdem’den sonra ikinci, dünyada doğan ilk peygamberdir.

 

5. Haşimîler: Kureyş Kabilesinin Hz. Muhammed’in de mensup olduğu kolu.

 

6. Abdülmuttalib: Hz. Peygamber’in dedesi.

 

7. Ebu Talib: Hz. Ali’nin babası ve Hz. Muhammed’in amcası.

 

 

Suçum

 

Zât-i pâkinden haberdâr olduğum mudur suçum?

Emrine her dâim boynum eğdiğim midir suçum?

Halk-ı âlem atlas-ı zîbâ’ya gark olmuş gezer

Ben garîbin bu abâ’yı giydiğim midir suçum?

 

Mücrime lâ taknetû min rahmetillâh var deyü

Eyledim isyân-ı cürmüm affeder Settâr deyü

Gece gündüz yüz sürüp dergâhına Gaffâr deyü

Her cihetten sana îmân ettiğim midir suçum?

 

Ya Hâlik küllî cihânda dâne verdin kısmeti

Hem dahi müşrîk münâfık münkirâne devleti

Ben kuluna çektirirsin bunca derdi zahmeti

Yoksa sana dost olanı sevdiğim midir suçum?

 

İsm-i pâkin anmayanlar zevk ile handân olur

Ben gedânın her işi efgâr ile efgân olur

Rûz ü şeb yâd eyleyenler derd ile nalân olur

Dilde dâim ismini yâd kıldığım mıdır suçum?

 

Meşrebine bunca hikmet vermedin ruhsat ile

Zerrece âmân mı verdin sana râm olan kula

Hamdullah bilmez ki cürmün istiğfâr kıla

Gözlerimden kanlı yaşlar döktüğüm müdür suçum?

 

Mİ’râc-i Nebî

 

Kün dedi karar eyledi

Yeri göğü arşullahî

Çâr anâsırdan yarattı

Âdem-i Safiyy-ullahî

 

Ve lekad kerremnâ” dedi

Melekler secdeye indi

İblis lâin etmem dedi

Takındı (toku) lânetullahî

 

Âdem ol Hâlik’i gördü

Başına çok hâller geldi

Cemâline bir nûr indi

Âdem bildi nûrullahi

 

Âdem’den zürriyet geldi

Hak emri ile dört gürûh oldu

Dördüne dört tâat verdi

Ol fikri zikrullahî

 

Bir katre nutfeden oldu

Âdem’den nûr Şît’e indi

Ehl-i Hak tahkîk kıldı

Ve Şît Nebiyullahî

 

Açıldı Hâşimî necli

Murtaza Mustafa nesli

Yüz yirmi dört bin nebî

İbrahim Halilullahî

 

Halil’i evlâdı bilip

Abdülmüttalib Ebû Talib

Ol zaman nûr(u) iki bölüb

Bilenler bildi billâhî

 

Abdullah’dan Nebî zuhur

Dü cihân oldu fâhir

Ebu Talib’den geldi nûr

Aliyy-ün Velîyullahî

 

Dü cihân güneşi Ahmed

Vahiy geldi oldu irşâd

Münkîrler ne bilsin ahad

O bir nûr-ü nûrullahî

 

Hak emretti Cebrâil’e

Habîbim Mi’râc’a gele

Önünde delîli bile

Cebrâil Emînullahî

 

Dostunun selâmın aldı

Gönülleri şâzi kıldı

Cebrâil’i rehber bildi

Arzu ettiler Allahî

 

Arş-ı muazzam’a vardı

Anda çok hikmetler gördü

Habîb’e bir nişân verdi

Hatem-i Nebîyullahî

 

Yetmiş iki perde geçti

Hakk’ın emri ile açtı

İki perdeyi anda geçti

Göründü hikmetullahî

 

Sıtret-ül Müntehâ(ya) vardı

Cebrâil ânında durdu

Bundan öte sana dedi

Sen görürsün ol Allahî

 

Nalinin çıkarmak ister

Hatiften nidâ “dost” der

Arş-ı azîm’i gel göster

Nalin-Habîbullahî

 

Azîzullah el uzattı

Nûru âlemi bezetti

Âlem bu anı gözetti

Ver(di) Hâtem Nebîyullahî

 

Uçmak kapısına vardı

Destûr Ya Allahım!” dedi

Gel” deyü Rabb virdeyledi

Uzattı dest(-i) sırrullahî

 

Bilenler bilir bileni

Gerçeğe âşık olanı

Gördü bir mahbûb civânı

Habîb bildi Sırrullahî

 

Âşık ma’şukunu gördü

Habîb maksûduna erdi

Doksan bin kelâmın sordu

Danıştı kelâmullahî

 

Otuz bini şeriatta

Otuz bini tarikatta

Otuz bini hakîkatta

Bilenler bildi billahi

 

Süt, elma ve baldan aldı

Kudret lokması da geldi

İkisi de bile tattı

Yediler ni’metullahî

 

Kudret hazinesin buldu

Özünü ikiye böldü

Engürü bergüzâr aldı

Secde etti bâbullahî

 

Gelmek için destûr aldı

Cihânı gülşen şâz kıldı

Mü’mine tevhîdi verdi

Tutmak için illallahî

 

Kırklar yolunu gözetti

Vardı Kırklar’ı bezm etti

Oturuben niyâz etti

Selmân sundu keşkûllahî

 

Ali anda tavaf etti

Doksan bin kelâm vasfetti

Hâtemi nümâyân etti

Verdi Şâh’a Emrullahî

 

Esrâr-ı Hak galib oldu

Kırklar murâdını aldı

Habîbullah anda geldi

Gördü Ali Keremullahî

 

Selmân’a bir üzüm verdi

Yâr yâri ol demde gördü

Hepsi pervâneye girdi

Tutundular arşullahî

 

Şâh Hasan Hüseyin geldi

İmâm Zeynel yâre aldı

İmâm Bâkır şehîd oldu

Rızâ-yı Vârıdullahî

 

İmâm Ca’fer din rehberi

Musa Kâzım din serveri

Olam Rızâ’nın çâkeri

Veririm cânı billahi

 

Takî Nakî Şâh Askerî

Onlar birbirinin yâri

Mehdî mü’min intizârı

Tez gel zamanullahî

 

Çar emânet fahri geldi

Muhammed, Ali’ye verdi

Âhir sâhibi var” dedi

Bektaş-i Kaddesallahî

 

Kutb-i Âlem Hünkâr geldi

Emânet sâhibin buldu

Bunca erler nasib aldı

Bağladı rızaullahî

 

Bendesin almış araya

Varınca bakîy saraya

Hasîretî bîçâreye

Şefaat eder inşallahî

 

                                                          -  Makaleler  -