Âşık Remzâni

 

 

 

HER 8 MART

 

Emel  SUNGUR UZMAN

 

 

Bir 8 Mart daha geliyor acılarımızı hafifleteceğine zirve yaptığı gün bir direnişin mazisi, simgesi ama.

 

Ülkeyi yönetenler, parlamento, bürokratlar, siyasiler ve en çokta erkek cinsi bizi bize anlatacaklar.

 

“Siz aslında iyisiniz, başımızın tacısınız, gönlümüzün ilacısınız, cennet ayaklarınızın altında” gibi binlerce kelamla bizim ne denli değerli olduğumuzu, eşit olduğumuzu ifade edecekler. Egemenler ya; yiyeceğimize, giyeceğimize, eğitimimize, eş seçimimize karar veren cins gönlümüzü okşayacak. Bizde kim bilir nedenli onure olacağız diğer hem cinslerimizle bu özel günü paylaşacağız, “eşim çiçek getirdi, eşim hediye aldı, oğlum arayıp kutladı, babam 8 Martta beni aradı” diyerek.

 

Abartılı değerlendirmeler yapacağız ama çok değil tam 24 saat sürecek bu tablo sabah uyandığımız da şiddetle yüzümüze inen bir şamar, bir el uykudan uyandıracak o gün bitmiştir artık sen yine gerçekle başbaşa kalacaksın. İç dünyan, duyguların, emeğin, yılların hoyratça kullanılacak.

 

Hatta bir gün dünyaya getirdiğin en değerli varlıklarınla çocuklarınla yüzleştiğin de bile duyacağın ilk söz “ne yaptın ki” veya “dünyaya gelmeyi ben mi istedim” olacak.

 

Böylesine ağır yaşayacaksam bu dünyayı, yaşamın yükü omuzlarıma bırakılacaksa, her derdin sorumlusu olacaksan, verilmeyen cevapların alınmayan sonuçların nedeni hep ben olacaksam “ben mi istedim dünyaya gelmeyi” diye belki bende anneme soracağım.

 

Bu dünyanın düzenini ben mi yazdım,  ben mi kurdum bu kurguyu.

 

Ne yazık ki yaşadığımız dünyanın acılarına karşı koymada yanımızda neden kimse yok diye isyan etme hakkımız bile yok.

 

Mağduriyetler toplumda konuşulur, ana dilimizi konuşamamızdan doğan haksızlıklar, inancımızı istediğimiz gibi yaşayamamamızdan doğan haksızlıklar konuşulur bu sorunların ortadan kalkması için mücadele verilir ama cins ayrımcılığına dair kadınların yanında olmak gibi en ufak bir katkı bu mücadeleci arkadaşların dünyasında yoktur. Sürekli bir empati lafı dolanır dillerde ey erkekler, ey egemenler ey beyaz tenliler birde kadınlar için empati yapın, yok yapamazsınız yapsanız da acımızın, yok sayılmamızın, uğradığımız haksızlıkların, şiddetin, işkencenin katliamların acısını hissetmek için sadece empati yetmez derinlerden gelen, dünyanıza yerleşmiş kadına yönelik nefreti içinizden atabilecek misiniz, hazır mısınız yaşadığınız evlerde söz hakkınızı paylaşmaya hiç zannetmiyorum.

 

Kadın dünyasını anlamak bireyin yapabileceği bir dönüşümle olamaz bu toplumsal bir dönüşümle ancak gerçekleşebilir. Tek tek bakıldığın da adaletli olan bireyler ne yazık ki bir araya gelince  adaletten yoksun, vicdan terazisi dengesiz ve “ben” egosu ile yanan bireyler olarak yolumuzda dururlar, keserler  gittiğimiz yolu, evi bize sadece dünya olarak tanıtır, tek adres olarak gösterirler, yemek yapmak, temizlik yapmak, çocuk bakmak, güler yüzlü olmak, itaat etmek su yüzünde görünen görevlerimizdir. Ya birde paylaşamadığımız, isyan edemediğimiz, acı ile yaşayarak hakka yürüdüğümüzde sonlanan derin hikayelerimiz yok mudur? Ellerimizin ve yüzümüzün çatlaktan haritaya dönen görüntüsü nasıl oluşmuştur, neden oluşmuştur bilir misiniz? Öyle öykülerimiz vardır ki bilir misiniz?

 

Aslında şalvarlarımızın, yazmalarımızın, entarilerimizin, dokuduğumuz kilimlerin deseni ve renkleri ile dolu olan dünyamız karadır bilir misiniz?

 

Görmesin isteriz herkes bu dünyalarımızı kimimiz saçımızı boyarız, makyaj yaparız, oje süreriz ama biliriz bu cilaların altında yatan kavrulmuş yürekleri, ayrı bölgelerde, ayrı dillerde ayrı topraklarda yaşasak da.

 

Elbette ekonomik koşullarımız, eğitimimiz, yaşadığımız bölge, gelenekler, inancımız yaşam zorluklarımız da kolaylaştırıcı olabilirler. Ama toplum daha ağır basar ve “NEDERLER Kİ” sizin tek gelecek çizginizdir, bir tuluatın içinde kavrulur, döner dolaşırsınız, nefes alamaz, hiçbir su ile temizlenemezsiniz bazen.

 

İnsanın sığınacağı bir liman olarak toplumdan kabul gören aile bazen binlerce ruhun sıkışıp kaldığı onlara yabancı dünyalardır. Ömrünüzün son yıllarına gelmiş olsanız dahi birileri için hala gelinsinizdir, birileri için oyuncağı sadece bebek olan bir cins, birileri içinse hangi saatte olursa olsun her türlü hizmete hazır kölesinizdir.

 

Buna isyan etmek bu denli mağduriyete hedef olan elbette biz kadınların işi olmalıdır, toplum muhafazakarlaştıkça işimiz zorlaşır. Eğer itiraz etmiyorsanız bugün türbanla örterler, yarın peçe ve burka derken bir gün şeriat böyle emretti diye bedeniniz kumda kafanız dışarıda yüreğiniz ve beyniniz ayaklar altında belki de dünyaya getirdikleriniz oğlunuz, belki de kardeşleriniz, belki de babanız tarafından yok edilirsiniz.

 

8 Mart isyan günüdür ancak isyan bir gün değil her yanlışa isyan ile devam etmelidir, hak alana kadar “ eşit yurttaş” olana kadar devam etmelidir bu isyan kağıt üzerinde değil yaşamın içinde eşitlik olana kadar sürmelidir.

 

Sokaklar, çalışma yaşamı, yetki ve karar organlarında varlığımızı, bedenimizin kendimize ait olduğunu kabul ettirene kadar sürmelidir bu sesleniş.

 

Şimdi biz Anadolu’yuz derken her yerden dertli ve çileli bu kadınların ağıtları geliyor, yakılan, yıkılan, yok edilen bebeleri için ağlıyorlar, bebeleri ile birlikte yok sayılmalarına da, sokakta katledilmelerine de, tecavüze uğramalarına da ağlıyorlar yine entarileri renkli, gözyaşları da renkli.

 

Göz yaşları herkes için akıyor ve elbette kendileri içinde sesleniyorlar erkek devlete, erkek polise, erkek copa ve bu 8 Martta da diyorlar ki “inadına isyan, inadına isyan inadına özgürlük”

 

Emel Sungur Uzman

 

(Sadece kendimi anlatmadım çünkü benim kavgam hiç dinmedi, yoruldum belli etmedim, yarım bırakmadım ama milyonlarca kadının sesi içimden ses verdi biride anamın sesiydi)

 

                                                            - Makaleler -