Âşık Remzâni

 

 

 

Recep Tayyip ve Davutoğlu’nun ‘şükür’ namazı kıldığı Hacibayram`dan İŞİD'e…

 

Siz, figüranlarınızla ‘gücün tamamı elimde olsun’ hesapları için ‘Allah’ın evini’ kullanırken, bakın bir adım ötenizde ne dramlar yaşanıyor?

 

http://mashable.com/2014/08/12/teenage-islamic-state-recruits/

 

Emily Feldman

 

Yaşarın oğlu Ankara’da evden kaçıp Ortadoğu’daki en ölümcül gruba katıldığı zaman 14 yaşındaydı.

 

Babasına şehir dışında sebze satmaya gideceğini söyleyerek, dört arkadaşıyla beraber Suriye’ye gittiler ve orada İŞİD e katıldılar.

 

Babasına telefon ettiğinde, Yaşar dehşete düştü, fakat çok şaşırmadı. Epeydir mahalledekiler gençlerin 800 km yok kat edip Suriye’de İŞİD’e katılmaya gittiklerinden konuşuyorlardı. Ve oğlu da günde beş kere namaz kılmaya başlamıştı.

 

Dinle pek alakası olmayan, sosyalist görüşe sahip Yaşar, oğlunun birden edindiği dindarlığa, mahallede çok görülen esrar bağımlılığına tercih edilir düşüncesiyle ses çıkarmamıştı.

 

Fakat o zaman durumun ne kadar vahim olduğunu anlamamıştı.

 

Oğlunun tehlikede olduğunu anlayan Yaşar, eve dönmesi için yalvarmış fakat oğlu reddetmiş. Suriye’de aşırı dincilerin kontrolünde olan Raqqa şehrinde zamanını İslam ve Arapça öğrenip boş zamanlarında yüzme ve voleybol oynayarak geçirdiğini anlatmış.

 

Yaşarın oğlundan aldığı bir sonraki haber, tanımadığı bir gencin Güneydoğu Türkiye’de bir hastanenden kendisini arayıp, oğlunun yaralandığını, gelip onu eve götürmesi talebi oldu.

 

Oğlu, yakınlarında patlayan bir bombanın şarapneliyle ayalarından yaralanmıştı. Diğer İŞİD militanları onu tedavi için Suriye sınırında bir hastaneye taşımışlar. Hastaneye yeni takma adı Mehmed el  Mehmed olarak giriş yapınca babasının onu bulması zor olmuş.

 

Hastaneye polis Arapça tercümanıyla gelmiş. “Bu İŞİD militanı arap” demişler ve Yaşarın onları onun kendi oğlu ve Türk olduğuna iknası kolay olmamış.

 

Sonunda, babasının nezaretinde ve bir psikologa danışma şartıyla serbest bırakmışlar. Yaşar, eve döndüklerinden beri devletin oğlunu arayıp sormadığını ve oğlunun da Suriye’ye dönmeyeceğine, en yakın fırsatta okula döneceğine söz verdiğini söylüyor.

 

İŞİD gerek kulaktan kulağa gerekse sosyal medyada çok faal bir şekilde propaganda yaparak Avrupa Orta Doğu ve hatta ABD den binlerce genci Suriye ve ırakta kendilerine katılmaya ikna etmiş. Esad’ı devirmeye kararlı Türk hükümeti, aralarından bir çoğu Türk olan bu cihad gönüllülerine sınırları açmış ve serbest geçiş sağlamış.

 

Fakat beklenen olmamış.  Savaşın bitmesi ve Esad’ın devrilmesi yerine güçlenen cihadcı gruplar Suriye’deki daha ılımlı sindirmişler, Irak’a kadar kanlı gittikleri her tarafı kana bulayarak on binlerce kişinin evlerinden kaçmalarına ve tüm bölgenin dengesini bozmalarına sebep olmuşlar.

 

Bu aşırı grubun onlarca Türk vatandaşını kaçırması Türk hükümetini nihayet derin uykudan uyandırmış. Olan olduktan sonra şimdi, kendi ülkelerinden Suriyeye İŞİD taraftarlarının geçmesini önlemeye çalışıyorlar. Türk yetkililer, bin kadar Türkün de İŞİD’e katıldığını düşünürken, bölgedekiler bu sayının daha yüksek olduğunu ve her gün daha arttığını zannediyorlar.

 

Sadece Ankara’nın göbeğinde Yaşarın oturduğu, suç oranı yüksek mahalleden İŞİD’e yüz kadar gencin katıldığı tahmin ediliyor. Hacıbayram’a son gidişimde birçok genç isim vermeye çekindiler fakat açık açık, izinde olan İŞİD’liler olduklarını söylediler.

 

Hacıbayram

 

Aralarından eski bir alkolik olan sakallı bir adam, Raqqa’da kaldığı yerin beş yıldızı bir oteli aratmadığını övünerek anlattı. Hacıbayramdaki evi ise eşi ve iki küçük çocuğuyla oturduğu bir gecekondu.

 

Aynı adam, izni bitince ailesini de Suriye’ye götüreceğini söyledi. 30 yaşlarında diğer bir genç, İŞİD in onlara kalacak bir yer, yemek, ücretsiz internet ve ufak bir aylık verdiğini de söyledi.

 

Her ikisi de daha savaşa katılmamışlar. Hala eğitimde olduklarını, zamanlarının çoğunu İslam ve Arapça öğrenerek geçirdiklerini ve yakında “Allahın sınırlarını korumayı” ümit ettiklerini söylüyorlar.

 

Hacıbayram mahallesinin yolu İŞİD’e uzanan bir tren istasyonu olması bir günde olmadı. Mahalle sakinleri, Suriye’deki savaştan bile önce olan iki olayın sakinleri daha radikal yaptığını söylüyorlar.

 

Birincisi, tarihi Ankara camiine yakın olan bu alan kentsel gelişim planına alınmış. Hükümet buldozerleri etrafa uymayan bu fakir mahalleyi ortadan kaldırmak için gecekonduları, iş yerlerini ve hatta mahallenin tek ilkokulunu toz toprak yığınları haline getirmişler.

 

Birçok aile işinden olmuş, çocuklarını kilometrelerce uzakta başka okullara göndermek yerine evde tutmuşlar. Boş ve yarı yıkılmış evler fakir aileler ve Suriyeli  mültecilerle dolmuş,  aşırı dinci radikal imamların da favorisi bir yer haline gelmiş.

 

Mahallede pek çok kişi gayri resmi bir camide vaaz veren bir imamdan bahsediyorlar. Günlerini alkol içmekler geçiren birçok erkek yavaş yavaş sakal uzatmaya ve günde beş namaz kılmaya başlamışlar.

 

Yaşarın oğlu da, okulu bıraktıktan bir ay sonra dine ilgi duymaya başlamış. Biraz sonra da Suriye’ye gitmiş. Yaşar oğlunu bu imamın değil internette dolaşırken rastladığı cihadcıların kandırdığına inanıyor.

 

İŞİD’in militan toplama stratejisinde sosyal medyanın büyük rolü var. Ortadoğu Stratejik araştırmalar merkezi Oytun Orhan’a göre Adaylarla birçok dildeki forumlarda temas kuruluyor. Orhan, bu işe birçok sözüm ona yardım vakfının da yardım ettiğini söylüyor.

 

Yaşar hükümeti mahallesinin aşırı dinci militanlar için çok verimli bir yer haline getirmekle ve oğlunun rahat rahat Suriye’ye gitmesine izin verilmesiyle suçluyor.

 

“Pasaportsuz 14 yaşında bir çocuk sınırı nasıl geçebilir” diye soruyor.

 

Anlattığına göre, oğlunun İŞİD2e katılmak üzere evden ayrıldığını yetkililere bildirmiş, fakat terörle mücadele grupları kendisinden daha sağlam deliller istemişler.

 

Olayı içişleri bakanlığına sorduğumuzda bir yorum yapmaktan kaçındılar.

Oğlunun hikâyesini mahallede herkes biliyor fakat Yaşar gene de bizimle konuşmasını istemedi.

 

Bütün hayatınca Hacıbayramda yalamış başka biri, mahallenin aşırı dincilerin etkisi altında kalmasında ülkenin İslamcılığa kayan Başbakanın – şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı suçluyor.

 

“Eğer İslam devleti istemiyorsa burada Şeriat öğretilmesini önlesin” diyor.

Diğer birçok mahalleli gibi ismini vermekten kaçınan (!) bu adam, militanlara destek verenlerle evlenen aile fertlerinin onunla konuşmadıklarını söylüyor.

 

“Bana kâfir diyorlar” derken, militanların rahatça, sanki komşunun evine gider gibi Suriye’ye gidip geldiklerini söylüyor.

 

Militanların evlerinde otomatik silahlar olduğundan şüphelendiğini, fakat eğer cihad’ı Hacıbayram’a getirirlerse onlarla savaşmaya hazır olduklarını da söylüyor. “Hepimizi, silahlıyız. Bize dokunamazlar. Allahtan başka hiç bir şeyden korkmuyoruz” diyor.

 

 

 

David L. Phillips

Türkiye İŞİD’e neden yardım ediyor

 

Türkiye’yi son ziyaretimde, milletvekilleri ve diğer devletin ileri gelenleri Türkiye, Türkler ve İŞİD gibi İslami militan gruplar arasındaki ilişkileri anlattılar.

 

Ülkenin saygın gazetecilerinden Cengiz Çandar, Türkiye Milli İstihbarat teşkilatı (MİT) in Sünni silahlı militan hareketlerinin doğmasında bir “ebe” rolü oynadığını yazıyor. Çandara göre 2012 nin başlarından itibaren Türkiye Suriye’deki cihatçı isyancılara silah ve lojistik destek yardımında bulundu. Amaç Suriye’de yarı bağımsız bir Kürdistanın kurulmasını önlemekti.

 

Uluslararası terörle Mücadele enstitüsünün 2010 Mart raporuna göre İHH nın 120 ülkede faaliyeti ve 100 milyon dolarlık senelik bütçesi vardı. İHH bütün dünyada Müslüman Kardeşlerle birlikte çalışır. “Kardeşlere” ilk silah teslimati 2012 Eylülünde gerçekleşti. İHH aktivistlerine ait silah yüklü bir tekne Suriye’de ÖSO’ya bu silahları teslim etti.

 

İsrail İHH nın ülkede çalışmalarını Hamas hesabına para akladıkları gerekçesiyle yasakladı. İHH 2010 daki Mavi Marmara olayıyla da adını duyurmuştu.

 

Erdoğan ve Davutoğlu Türkiye’nin Ortadoğu’daki ittifaklarını arttırmak amacıyla Müslüman kardeşler ve taşeronu İHH yı kullandı. Batıdan bakıldığında Türkiye bir Ortadoğu ülkesi görünümünde… Fakat orta doğudan bakarsanız, Türkiye kesinlikle bir batı ükesi. Erdoğan’ın İŞİD’ e destek vermesi büyük bir hataydı. BU grubu kontrol edebileceğini sandı fakat yanıldı.

 

Mayıs 2013 te Hatay’ın Reyhanlı kasabasında meydana gelen çifte patlamada 52 kişi öldü, 146 kişi yaralandı. Türk hükümeti bu patlamada Suriye’yi suçladıysa da İŞİD mesuliyeti üzerine aldı.

 

Reyhanlı, Türkiye’nin Suriyeye bakışında bir dönüm noktası oldu. Zaten 800,000 mültecinin 1,5 milyar dolarlık yükünü tek başına yüklenmekten mutsuz olan Ankara, İŞİD ile ilişkisini kesmeye çalıştı. Fakat İŞİD’e desteği kesmek söylendiği kadar kolay yapılamıyor.

 

Yedi kere başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Süleyman Demirel “tek bir devletin varlığı temel bir ilkedir. Ülkemizde iki devlet var” diyor. İkincisi, politik cinayetlerden esrar ve silah kaçakçılığına kadar her şeyde parmakları bulunan bazı devlet memurları, istihbarat görevlileri ve suç çetelerinen oluşan bir şebeke. Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde veya değil, İŞİD’e destek devam etti.

 

1 Ocak 2014 te İHH ya ait bir kamyon Jandarma tarafından Adana’da durduruldu. Yükü, Suriye’ye gönderilen silah ve cephaneydi. Hatay savcısının yapmak istediği araştırmanın önü kesildi.  Adaletin engellendiği gerekçesiyle MİT ve İçişleri bakanlığı hakkında suç bildirisi vermek istediğinde makamından alındı. Kamyonu durduran polisin işine son verildi. Hayat valisi bu olayın bir “devlet sırrı” olduğunu açıklamakla yetindi.

 

Suriye’ye giden iki yolcu otobüsünde de cephane bulundu. Bunların resimlerini yayınlayan Adana terörle mücadele örgütü elemanları da kovuldular.

 

Ülkenin adını temize çıkartmak için, devlet Ocak 2014 te İHH nın ofislerine bir baskın düzenledi. Aralarında yüksek seviyeli El Kaide örgütü üyeleri bulunan 23 kişi gözaltına alındı  (El Kaide Ortadoğu 2ci başkanı İbrahim Şen ve Türkiye sorumlusu Halis Bayancuk). İHH ya yapılan operasyon Suriye’deki sivil savaşı durdurma amaçlı II. Cenevre konferansından hemen önce yapıldı.

 

Bazı milletvekilleri Türkiye’nin hala cihad savaşçılarını desteklediğini iddia ediyorlar: Bu desteğe Türkiye’ye giriş çıkışlarda yardım, kamyonlar dolusu silah, ve Türk hastanelerinde tedavi olabilmek dâhil. Erdoğan ve Davutoğlu’na hükümetin İŞİD ile ilişkilerinin aydınlatılması yolunda gelen talepler ise cevapsız kaldı.

 

İslam’a bağlılık bir şey, İslamcı soykırımcılara Allah adına katliam yapmaya yardım etmek başka bir şeydir.

 

Türk yetkilileri mazeret uydurup inkâr etmek yerine, İŞİD i kınamalılar. Terörle mücadelede ciddi olduklarını dünyaya ispat etmek için, İŞİD’E silah gitmediğinden emin olmak için Birleşmiş Milletlerle birlikte sınırlarını kontrol etmeliler.

 

Bilal Erdoğan da İHH ile ilişkisini kesmeli, bu örgütün BM Ekonomik ve sosyal konseyindeki danışman statüsü de, faaliyetlerin araştırılması sona erene kadar iptal edilmelidir.

 

Amerikan Kongresi Türkiye’nin İŞİD ile bağlarını araştırmalıdır. İHH nın parmağı olduğu görülürse bu örgüt teröre yardımcı örgüt olarak tanınmalı, üyelerine ABD de seyahat özgürlüğü tanımayıp hesapları dondurulmalıdır.

 

Türkiye bugüne kadar terörle mücadelede ABD nin yanında yer aldı. Bu kritik zamanda Türkiye Irak’a denge getirip Irak Kürdistan’ını korumalı. Türkiye’nin şiddet ve teröre karşı olan devletlerarasında yer alması şarttır.

***

RADİKAL - IŞİD’in Sincar’a saldırmasının ardından evlerini terk etmek zorunda kalan Ezidilerin dramı sürüyor. CNN ’e konuşan 23 yaşındaki Ezidi Cemal Camir, yaşadıklarını anlattı.

 

 

IŞİD’in yaşadığı bölgeyi ele geçirmesinin ardından Arap komşularının IŞİD’le işbirliği yaptığını açıklayan Camir, komşularının örgütle işbirliği içinde Ezidileri öldürdüğünü ifade etti. Camir’in, “IŞİD’e katıldılar ve Ezidileri öldürmeye başladılar” sözleriyle şaşkınlığa uğrayan muhabir , “Tanıdığınız insanlar mı” sorusunu sordu. Camir ise, “Evet, bizim komşularımız” yanıtını verdi.

 

KARDEŞLERİNİ KAYBETTİ

 

Ailesiyle birlikte Sincar Dağı'na kaçmak zorunda kaldığını söyleyen Camir, günlerce su ve gıda yardımı beklediklerini belirtti. Suriye 'ye gitmek için ailesiyle birlikte zor şartlar altında yürümek zorunda kaldığını anlatan Camir, iki kardeşinin hayatını kaybettiğini açıkladı. "Yeterli su yoktu ve çok tozluydu. Kardeşlerim öldü" diyen Camir, "Biz fakir insanlarız. Bizim kimseyle bir problemimiz yok. Yardıma ihtiyacımız var" sözleriyle çağrı yaptı.

***

Eskişehir Anadolu Üniversitesi Açık öğretim Fakültesi “Türk Dili Edebiyatı Osmanlı Türkçesi Grameri 2″ ders kitabında Türkçe karşılığı “Kötü ayin yapan Kızılbaşlar. Allah onları kıyamete kadar aşağılık ve adi etsin. Din zamanlarında namaz kılınmıyordu” sözlerine denk gelen yazıyla Alevilere hakaret edildiği ortaya çıktı.

 

Alevi bir öğrencinin üniversiteye yazdığı kitabın düzeltilmesi talebine “yeni dönemde yer almayacak” yanıtı verilmesine karşın değişiklik yapılmadı. Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Hukuk ve İnsan Haklarından sorumlu başkan yardımcısı Avukat Ali Yıldırım da kitapta yer alan sözlere tepki göstererek, “Alevi inancına yönelik bu nefret söyleminin akademik camianın bir mensubu tarafından yapılması affedilemez bir davranıştır. Devletin laik olmayan yapılanması ve anlayışı farklı inançlara saygı değil düşmanlık üretmektedir” dedi. Yıldırım, kitabı yazanlar hakkında suç duyurusunda bulanacaklarını söyledi.

 

Cumhuriyet gazetesinden Ali Açar’ın haberine göre, AÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi H.K, geçen eğitim ve öğretim yılında Osmanlı Türkçesi Grameri 2 ders kitabının 80 ve 81. sayfalarında “Kızılbaş-ı bed-ayin-hazemü’llahu ila-yevmid-din-zamanlarında namaz kılınmayıp” sözlerinin yazılı olduğunu gördü. Bunun üzerine sözleri çevirten H.K., günümüz anlamıyla kitapta yer alan sözlerin karşılığının, “Kötü ayin yapan Kızılbaşlar. Allah onları kıyamete kadar aşağılık ve adi etsin. Din zamanlarında namaz kılınmıyordu” olduğunu öğrendi.

 

Üniversite yönetimine yazı yazan H.K., Prof. Dr. Hayati Develi tarafından hazırlanan Osmanlı Türkçesi Grameri 2 ders kitabında kışkırtıcılık olduğunu belirterek, “Böyle bir cümlenin bir profesör tarafından devlete ait bir üniversitenin ders kitabında kullanılması mezhep ayrımcılığının resmi olarak yapılmasıdır. Toplumu kışkırtmak amacıyla kin ve nifak tohumları atmak olarak da değerlendirilebilir. Yönetiminizi bu konuda bilgilendirerek ilgili cümlenin kitaptan çıkartılmasını ve sayın profesörün bu konuda uyarılmasını saygılarımla arz ederim” dedi. Kitabın editöründen gelen yanıtta ise amacın ayrımcılık olmadığı kaydedilerek, “Toplumumuzun huzura, sağduyuya, hoşgörüye ihtiyacı olduğu şu zamanda, amacımız ne mezhep ayrımcılığı yapmak ne de toplumu kışkırtmak için kin ve nifak tohumları atmaktır. Öğrencimizin dikkati için teşekkürlerimizi sunarken söz konusu ibarenin kitabın düzeltmeleri sırasında çıkarılacağını da belirtmek isterim” denildi. Editörden gelen yanıta karşı sözlerin kitaptan çıkarılmaması üzerine H.K., durumu Alevi örgütlerine bildirdi.

***

İran’ın Ankara Büyükelçiliği’ni harekete geçirip STV’ye itiraz mektubu göndermeye sevk eden, ancak daha önemlisi kendi Şii, Caferi, Alevi yurttaşlarımızı rencide edecek mahiyette bir mezhep düşmanlığı, sosyal ırkçılık ve nefret suçu içeren bu kurgusal ‘söylem’, bununla da sınırlı değil. Bu ‘giriş’ten sonra filmin ‘gelişme’ kısmında ‘tüy dikme’ye yol alırcasına bir başka sahne çıkıyor karşımıza. Yine ‘Acem Dilberi’ Firdevs, yine İspirizade ve ek olarak da sarayın içindeki bir diğer ‘hain’, sadrazamın hiç mi hiç sevmediği damadı Kaymak Mustafa Paşa (Mehmet Aslan)… Kaymak Paşa, şehevi bir motivasyonla dokunur Firdevs’e ve şu diyaloğa şahit oluruz: “- Nikâh olmadan bir kadına dokunmaya utanmaz mısın sen Paşa?!

 

- Sizde mut’a nikâhı yok mu? Yeter ki iki gönül bir arada olmayı kabul etsin… İşimizi görürüz!..

 

- Ben öyle hemen kullan-at kadınlardan mıyım ki bana öyle mut’a nikâhını yakıştırırsın Paşa? Normal nikâhına alsan!..”

 

Burada da bitti sanılmasın! ‘Final’de, bu topraklarda ‘Çaldıran’ sonrasında şekillenip ‘Maraş’a, ‘Çorum’a, ‘Madımak’a kadar giden yollara asırlar boyunca taş döşemiş ‘meşum’ söylem bir kez daha hortlatılıyor. Tebriz’i alan Şah Tahmasb tarafından oradaki 300 ‘Osmanlı’nın kesilen kulak ve burunlarının ahali ile devlet ricalinin dehşet dolu bakışları arasında İstanbul’un ortasına serpilmesini hazla izleyen Firdevs fısıldıyor: “Osmanlı’ymış!.. Bekleyin hele! Ne ‘Osman’ bırakıcaz buralarda, ne de ‘Ömer’… Hepinizin soyunu kurutucaz!..”

 

Acaba artık ‘Tek Türkiye’, ‘Şefkat Tepe’ gibi ‘içerideki kan’dan beslenen kurgulara yavaş yavaş ekmek kalmamasından kaynaklı bir panikten mi ki STV böyle ateşle, pardon ‘acem’le oynuyor?! Yeşilçam bile zamanında bu kadarına cesaret edemedi; ‘Kahpe Bizans’ın ötesine geçip bir ‘Yılan Acem’ ‘kara-kurgu’suna yeltenmedi hiç… Her şey bir yana, ‘Şia’ya yönelik bu ‘avamî’ algı düzeyini işlerliğe sokmanın, belki popüler hedef kitleye hitap etse de dinî-İslâmî

 

***

 

Bundan 35 yıl önce 21 Aralık 1978 tarihinde başlayarak 4 gün süren Kahramanmaraş Katliamı`nda büyük çoğunluğu Alevi 100 ün üzerinde insan yaşamını yitirdi. 22 Aralık 1978 günü öldürülen iki öğretmenin cenaze namazının kılınması için Ulucami`ye gidildiğinde, cuma namazından çıkanlar, cenaze namazı için gelenlere saldırmışlar ve üç kişiyi daha öldürmüşlerdi. Bağlarbaşı imamı, 22. Aralık günü cuma namazında „Oruç ve namazla hacı olunmaz. Bir Alevi öldüren beş sefer Hacca gitmiş sevap kazanır.“ diyerek kin kusmuştu. Bundan sonra; daha önceden planlı bir şekilde kırmızı çarpı işareti konulan evler silahlarla taranmış, ateşe verilmiş ve gözü dönmüş faşist gruplar günlerce Alevi avına çıkmışlardı.

 

 

                                                      - Makaleler -