Âşık Remzâni

 

 

 

8 Haziran 2014 Tarihinde, Ankarada’ki Serçeşme Cemevi ve Kültür Merkezinde yapılan “İnanç Eğimi Konulu“ Söyleşide Haluk G. Ulusoy’un yaptığı açılış konuşması:

 

Merhaba,

 

Urfa’nın Kısas köyünde muhabbet toplantılarında ve cemlerde insanlar birbirleri ile “Sağlıkla” diyerek selamlaşırlar.Ben de konuşmama başlamadan önce hepinizi Sağlıkla diyerek selamlamak istiyorum.

 

Öncelikle Bu söyleşinin düzenlenmesinde emeği geçen Serçeşme Cemevi ve Kültür Merkezi’nin değerli yönetim kurulu üyelerine, burada yapacakları konuşmalarla bilgi eksiğimizi, düşünme ve yorumlama ihtiyacımızı giderecek olan değerli katılımcılar ile yine söz alarak, soru sorarak katkıda bulunacak siz misafirlerimize şimdiden teşekkür ediyorum.

 

Değerli dostlar,

 

Yüzyıllardır Anadolu coğrafyasında yaşayan Alevi-Bektaşi toplumu, inancıyla kültürüyle kendini bu toprakların bir parçası olarak kabul etmiş, üzerinde oluşan tüm medeniyetlerin içerisinde yer almış, çoğu zaman da ana unsuru olmuştur. Tarih boyunca da birlikte yaşadığı tüm toplumlara aynı gözle bakmış, onları toprak kardeşi kabul etmiş ve hepsi ile barış içerisinde yaşamak için çaba sarf etmiştir. Ancak hakkı insanda gören, incinse de incitmeyen inanç anlayışımız maalesef çoğu zaman haksızlıklara ve vefasızlıklara uğramamıza yol açmıştır.

 

Kuruluş dualarında bile var olan Alevi Bektaşi toplumu, Osmanlı’da, yok sayılmış yok edilmeye çalışılmıştır. Kurtuluş savaşında Atatürk’ün yanında herkesten önce yer almış, Cumhuriyet’inin kuruluşuna en büyük desteği vermiştir. Herkese eşit yaşam ve inanç hakları sağlayacağına inandığı laik düzenin kurulması için, Cumhuriyet İlkelerinin yaşatılması için mücadele etmiştir.

 

Bu yolda çaba sarf ettiğine inandığı düşüncelere, politikalara güç vermiş, oy vermiştir. Devletin dininin olmayacağı, inanç ayrımının yapılmayacağı bir toplum oluşturulacağı hayali ile yol hizmetlerinin engellenmesine, inanç öğretmenlerimiz dediğimiz dede ve babaların yetiştiği tekkelerinin, dergâhlarının kapatılmasına bile razı olmuştur.

 

Ancak geldiğimiz noktada inanç eğitimi ile ilgili tüm engellemelerin sadece bizim için uygulandığını görüyoruz. Bizim tekke ve dergâhlarımız gibi yasak olması gereken tüm Sünni tarikatlar hem de devlet desteği ile faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu yetmezmiş gibi laik olması gereken devletimizin bu gün artık bir inancı vardır ve bu inanç tüm eğitim kurumlarında hem de zorunlu olarak öğretilmektedir. Laik düzenin sağlanması için iyi niyetle hazırlanan yasalar maalesef sadece alevi dergâhlarını kapatıp, alevi inancını ve öğretisi yasaklayacak şekilde uygulanmış ve uygulanmaktadır. Bunun sonucu olarak Alevi-Bektaşi Toplumunun inanç öğretmenleri olan dede ve babalar hem sayısal olarak azalmış hem de toplumun ve çağın gerisinde kalmışlardır.

 

Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı ise tüm yasaklara ve baskılara rağmen yol hizmetlerini sürdürmeye çalışmıştır. Dergâha bağlı dedeler, babalar ve âşıklar Anadolu köylerinde inancımızın yok edilmesine karşı mücadele vermişlerdir. Bu hizmetlerini yaparken bazen kendi toplumu tarafından bile aşağılanmışlar, hakaretlere uğramışlar, üfürükçülerle, din sömürücüleri ile bir tutulmuşlardır. Ancak bu gün yaşayan Alevilik onlar sayesinde var olmaya devam etmektedir.

 

Her din ve inanç gibi Aleviliğin de “nihai hedefi” toplumun, hatta bir bütün olarak insanlığın kardeşliği, huzuru ve refahıdır. Biz bu amaca elimize, dilimize, belimize sahip yaşayarak ulaşacağımıza inanırız. Bu amaç için ibadet ederiz. Kimsenin inancını, ibadet şeklini ve yaşam tarzını sorgulanmak gibi bir niyetimiz hiç olmamıştır. Kendimizi tüm inançlara aynı yakınlıkta ve aynı uzaklıkta hissederiz. Yani hiçbir insanı inancıyla değerlendirmeyiz. İnsandaki tek ölçütümüz onun hal ve hareketleridir.

 

Sevgili canlar, bizim dergâh ve vakıf olarak amacımız, yok sayılan ve yok edilmeye çalışılan Alevi-Bektaşi inancını yani, bu toprakların inancını, yeniden, çağın koşullarında yaşayan ve yaşanan hale getirmektir. Bu amaca ulaşma konusunda alevi-Bektaşi toplumu olarak karşı karşıya olduğumuz en büyük sorunlardan biri, gençlerin yola olan ilgilerinin istenilen seviyede olmamasıdır. Aslında bu problem yeni değildir ve toplum yapımızdaki değişimlerin başladığı 1950 li yıllardan bu yana artarak devam etmektedir.

 

O dönemde babasıyla, dedesiyle, mürşidi ile çocuklarına okumayı öğütleyen, eğitimi özendiren, cehaleti yolunun en büyük tehlikesi olarak gören toplumumuz, maalesef okuttuğu çocuğuna inancını öğretmeyi başaramamış, yurtdışına ve büyük şehirlere göçle başlayan sorunlarımızın en büyüğünün gençlerimizin yoldan uzaklaşması olduğunu görememiştir.

 

Sonuç olarak yolumuzu inancımızı anlatamadığımız gençlerimize iki seçenek bıraktık. Ya çevresindeki çoğunluk inancını taklit edecek, ona benzemeye çalışacaktı, ya da anne babasının alevi inancından kaynaklanan insan anlayışına, paylaşımcı yaklaşımına benzeyen siyasi görüşün öngördüğü inançsızlığı seçecekti. Maalesef her ikisi de gerçekleşti. Her iki yolu seçenlerde kendi inançlarına düşman oldular.

 

Çoğunluğun inancını taklit edenler, ya kendileri değişerek tamamen seçtikleri yolda eriyip gittiler, ya da yolumuza sonu asimilasyona giden doğrultular çizme çabasına girdiler. Son zamanlarda gündeme getirilen Cemevi-Cami projeleri bu görüşün geldiği noktadır.

 

Tercihini siyasi yönde yapan gençlerimiz ise gerçekten büyük acılar çektiler ve haksızlıklara uğradılar. Kendi inançlarının aslında tercih ettikleri siyasi görüşlerden çok daha önce ve çok daha fazla insan içerdiğini çok geç anladılar. Ama maalesef yola da düzeltilmesi zaman alacak zararlar verdiler.

Bu günkü gençlerimiz ise değişimin başladığı günlerin üçüncü neslini oluşturmaktadır. Bu gençlerin çoğu iyi eğitim gördüler, bizlerden daha özgür ortamlarda büyüdüler, dünya ile hızlı iletişim kurabilme imkanlarına sahipler.

 

Bu çocukların beyinleri yobazlığa kapalı, paylaşımcı, özgürlükçü, eşitlikçi, kalpleri insan sevgisi dolu yani beyinleri ve kalpleri alevi, ancak kendilerini tanımlayamıyorlar. Maalesef büyük bir çoğunluğu da inançsal açıdan bir boşluk ve karasızlık içerisindeler ve bulundukları toplumlarda kendilerine en yakın gördükleri gruplarla birlikte tanımlamaya çalışmaktadırlar.

 

Büyük şehirlerde ve yurt dışında farklı inançtan insanlarla birlikte yaşayan bu gençlerimizin büyük bir bölümü ise hala inancını saklamak zorunda olduğunu düşünmektedir. Değerli dostlar,

 

Artık bu çocuklarımıza yolumuzu, inancımızı, felsefemizi doğru bir şekilde öğretmeli ve inançları ile barışık olmalarını sağlamalıyız.

 

Ancak onlardan Alevi-Bektaşi inancını sadece okuyarak öğrenmelerini de bekleyemeyiz. Elbette okumalılar, merak ettiklerini, araştırarak öğrenmeliler. Ancak bir şeyi bilmek onu anlamak demek değildir. Bir inancı anlamak da onu yaşamak için yeterli değildir. Yolumuzda esas olan ise bilerek inanmaktır. Bizler, insanların hem bilgilerini ve hem inançlarını artırarak en yüksek makam olan kâmil insan mertebesine ulaşılacağına inanırız. Yani yolumuz bilgisiz inancı da inançsız bilgiyi de yeterli görmez.

 

Alevi düşüncesinde bilgi ve inanç birlikteliği cemlerde muhabbet toplantılarında öğrenilir. Babadan dededen görerek öğrenilen yolun eğitim yeri muhabbet toplantıları, uygulandığı yer yaşam, sorgulandığı yer görgü cemleridir.

 

Bizlerin bugün yolumuza yapacağı en büyük hizmet bu gençlere ulaşmaktır. Bunları bir kere daha yanlış tercihler yapmak zorunda bırakmamalıyız. Önlerindeki seçenekler bir kere daha şeriat ve ateizm olmamalıdır. Bu sosyal değişim sırasında yaşadığımız baskı ve yasaklar nesiller arasında inanç sürekliliğe imkân vermedi. Ama artık bu bahaneye sığınamayız. Bu gün hepimiz bu gençleri kazanmak için ait oldukları inançla tanıştırmak için ne yapmamız gerekiyorsa onu yapmak zorundayız.

 

Değerli canlar,

 

Bugünkü söyleşi konumuz da gençlerimizin karşı karşıya olduğu sorunların en önemlilerinde biri olduğuna inandığımız İnanç eğitimi olarak belirlenmiştir. İnanç eğitimi bu gün ülkemizde sadece Sünni inanç eğitimi olarak algılanmaktadır ve zorunludur. Aslında bu durum bu gün değil yüzyıllardır bu anlayışla sürdürülmektedir.

 

Cumhuriyetten önce din eğitimi camiler, medreseler, tekkeler, Enderun, rüştiye, idadî ve sultanîler gibi çeşitli öğretim kurumlarında yapılırdı. Bu kurumlarda din dersleri okullarda Kur’an-ı Kerim ve Malumatı Diniye şeklinde yer alırdı. Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1924 yılı ilkokul programlarında Kur’an-ı Kerim ve Din dersleri adı ile haftada ikişer saat, ortaokul 1. ve 2. sınıflarında din dersleri adıyla haftada 1 saatlik olmak üzere yer almıştır.

 

Ancak Din Bilgisi dersleri liselerin programlarından 1924’te, ortaokulların programlarından 1927’de, şehir ilkokullarıyla Muallim Mekteplerinin programlarından ise kademeli olarak 1929 ile 1931 yılları arasında devre dışı bırakılmıştır. Yalnızca köy ilkokullarının programlarında 3. sınıfta ve perşembe günleri yarım saat olarak 1939’a kadar devam etmiştir. Yani bu gün Atatürk’ü karşılarına alamayan Laik Türkiye düşmanlarının söylendiği gibi zorunlu din dersleri Atatürk döneminden sonra değil onun döneminde kaldırılmıştır.

 

Ondan sonra gelen tüm iktidar ise, maalesef, bu konuda popülist politikalar izleyerek din eğitimini siyasete alet etmiş ve son olarak 12 Eylül darbesi ile de din eğitimi zorunlu hale gelmiştir.

 

Bu gün dünya üzerindeki ülkelerde din eğitimi ile ilgili uygulamalara baktığımızda ise 6 farklı yöntem öne çıkmaktadır. Birincisi, Devlet okullarında din öğretimi vermeyen, ancak bazı özel okullar ile kilise vb. dinî kurumlarda, din eğitimine izin veren ABD, Fransa, Japonya gibi ülkeler. İkincisi Resmî ve özel okullarda din öğretimini isteğe bağlı seçmeli ders olarak veren, İtalya, Portekiz, gibi ülkeler.Üçüncüsü Resmî ve özel okullarda öğrencilerin din ya da ahlak derslerinden birisini seçmek zorunda olduğu, Belçika, Kanada gibi ülkeler. Dördüncüsü Resmî okullarda Din Dersinin zorunlu olduğu, İslam ülkeleri ile Danimarka, İsveç, Norveç gibi ülkeler. (Bu ülkelerde Din dersleri Toplum Bilimleri / Vatandaşlık bilgisi dersi içinde ancak yine zorunlu olarak verilmektedir.) Beşincisi Dinlerle ilgili konuları tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, felsefe, sosyoloji gibi diğer kültür derslerinde öğreten Fransa benzeri ülkeler. Ve Altıncısı Din eğitimini yasaklayan ve Ateizmi özendiren eğitimler veren eski Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu benzeri ülkeler.

 

Peki, biz bunlardan hangisini istemeliyiz? Hangi yöntem toplum yapımıza daha uygun? Bu konular biraz sonra başlayacak söyleşide değerli konuşmacılarımız tarafından detaylıca değerlendirilecektir.

 

Müsaade ederseniz bu konuda karşı karşıya olduğumuz sorunlarla ilgili olarak da kendi görüşlerimi kısaca belirtmek istiyorum.

 

Biz Alevi Bektaşi toplumu olarak okullarda inanç eğitimi verilmesine ve özellikle zorunlu ders olarak verilmesine kesinlikle karşı çıkmalı ve bunun için mücadele vermeliyiz. Bu eğitimin seçmeli ders olarak verilmesi de bizim tercihimiz olmamalıdır. Çünkü bu da uygulamada bu yaşta inanç kimliğinin açıklanması anlamına gelir ki toplumdaki ayrışmayı körükleyecektir.

 

Okullarda Din bilgilerinin Fransa’da olduğu gibi tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, felsefe, sosyoloji gibi diğer kültür derslerinde öğretilmesi yöntemi Türkiye için önerilebilecek bir yöntem olarak gözükmektedir. Ancak böyle bir uygulama durumunda da başka bir sorunla karşılaşmaktayız.

 

Bizler inancımızı, yani Alevi-Bektaşi inancını ülkemizde, özgürce tanımlayamıyoruz. Örneğin biz kendimizi Müslüman olarak kabul ediyoruz dediğimizde, bizi değişik (yanlış) uygulamalar içerisinde olan bir tarikat olarak tanımlıyorlar. Müslümanların ibadet yeri sadece camidir, İslam’ın şartları bellidir, dolayısı ile bunları şimdilik uygulamasanız bile, kabul etmeniz gerekir diyorlar. Bizleri, zamanla kendi inanç anlayışlarına döndürülebilecekleri bir toplum olarak görüyorlar. Biz de Ali’yi çok seviyoruz, o da namaz kılıyordu, dolayısı ile sizin de aynı ibadet anlayışını benimsemeniz gerekir baskısını yapıyorlar.

 

Hayır, bizim İslam ve ibadet anlayışımız başkadır, bizim Allah, Peygamber, kur’an yorumlarımız çok farklıdır demeye kalktığımızda ise bizi kâfirlikle suçlayıp, katlimizi vacip görüyorlar. Yani kısaca böyle bir İslam anlayışını, daha doğrusu başka herhangi bir İslam anlayışını kesinlikle kabul etmiyorlar. İnancımızı kendi inandıkları kalıplar içerisinde kalarak tanımlamamızı istiyorlar. Bu da bir insanın ağzını bantlayıp hadi konuş demeye benzemektedir.

 

O halde bizi Müslüman kabul etmeyin, sadece Alevi-Bektaşi adı altında başka bir inanç gurubu olarak tanımlayın ve yasalardaki haklarımızı verin kendi inancımızı, ibadetlerimizi yaşamamıza müsaade edin dediğimizde ise, hayır siz Müslümansınız, Türkiye’nin %99 u Müslümandır diretmesi ile karşılaşıyoruz. Siz Ali ’siz Alevilik icat ediyorsunuz, aslında bu tanımlamaları yapanlar Ateist görüşte olanlardır suçlamalarına muhatap oluyoruz.

 

Değerli dostlar

 

Bu benzetmeleri ve çelişkili yaklaşımları çok uzatmak mümkündür. Kısaca bir kısmına değinebildiğim sorunlarımız çok fazla ve hepsi gecikmeden çözümler bekliyor. Ancak umutsuz değiliz. Tüm sorunlarımızı, kendimizi önemli bir parçası kabul ettiğimiz ülkemizin, her görüşten insanı ile özgürlük ve barış içerisinde tartışarak çözeceğimize inanıyoruz.

 

Hepinizi saygı ile selamlar konuşmacı değerli dostlarımıza başarılar dilerim. Yine sizleri sağlıkla diyerek selamlıyor, beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.