Âşık Remzâni

 

 

 

 

Hayatımızda Bıraktığımız İzler

Eylül  2016

 

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil

Yetmiş iki millet dahi

Elin yüzün yumaz değil

 

Bir gönül yaptın ise

Er eteğin tuttun ise

Bir kez hayır ettin ise

Binde bir ise az değil

 

Yol odur ki doğru vara

Göz odur ki Hakk’ı göre

Er odur alçakta dura

Yüceden bakan göz değil

 

Erden sana nazar ola

İçin dışın pür nur ola

Beli kurtulmuştan ola

Şol kişi kim gammaz değil

 

Yunus bu sözleri çatar

Sanki balı yağa katar

Halka matahların satar

Yükü gevherdir tuz değil

 

Her sözün birden fazla anlamı vardır. Biri gerçek anlamı, diğerleri ise gizli anlamıdır. Sözlerin gerçek anlamı bizim anladığımız ilk anlamdır. Gizli anlam ise bize verilen asıl iletidir. Biz gizli anlamını okuyucularımıza bırakarak, ilk anlamına bakalım Yunus ne demiş:

 

Gönül yıkmanın yanlışlığı; hepimiz farkında olarak ya da olmayarak gönül yıkıcı davranışlarımız, sözlerimiz olmuştur, olmaktadır. Bazen bunları görüp düzeltmek için ikinci bir enerji harcamışızdır. Bazen de göremeyip sonuçlarına katlanmışızdır. Gerek düzelttiğimiz, gerekse düzeltemediğimiz tüm gönül yıkıcı durumlardan en ufak bir tanesi için bile defalarca ibadet edip Hak’tan af dilesek, yüzlerce millete hizmet etsek yine de kırılan gönlün tamiri çok zordur. Gönlün Alevi-Bektaşi inancı ve öğretisinde önemli bir yeri vardır. Gönül, insanın yönünü çevirdiği kıbledir. Bu nedenledir ki Alevi-Bektaşi inancının somutlaşarak ibadet halinde vücut bulduğu Cem ibadetinde her can cemal cemale bakarak gönüllerini birleştirir, yek vücut olurlar. Gönül, Yaratıcının tüm evrende sığındığı tek yerdir. Bu önemli yerin incitilmesi inançsal anlamda yaratıcının incinmesi anlamına da gelebilir. Alevi-Bektaşi inancında Yaratıcıdan korkma; sevdiği, sevgilisi olan Yaratıcıyı incitmek şeklinde yer bulur. Diğer birçok inanç sisteminde olduğu gibi Yaratıcının kişiyi günahlarından dolayısıyla cezalandırılması nedeniyle korku yoktur. Bu nedenle gönül yıkmak ile Yaratıcının incinmesi aynı anlamı taşımaktadır. Gönül yıkmak, kırmak bu nedenledir ki tamiri imkânsıza yakındır. Yunus bunun için gönül yıkma diyor.

 

Yunus’un yukarıdaki deyişinin ikinci dörtlüğünde ise gönül yapmaktan bahsediyor. Burada iki tür gönül yapma var: Birincisi, durduk yere salt sevgiden kaynaklanan gönlü hoş eden sebepsiz ve karşılıksız güzel davranış ve sözler. İkincisi, sebepli olan özür dileme, gibi yapılmış bir kabahat nedeniyle yeniden gönül alma durumudur. Örneğin, hiçbir tanışlığı, ilişkisi olmayan yabancı birine karşılıksız olarak yardım etmek gibi, ya da herhangi bir zorda kalmış canlıya yardım etmek gibi (kendisinin zarar göreceğini bile bile bir ağacın yaşaması için eylem yapmak gibi) Bu durum yani, birincisi elbette ki en güzeli en hoş olanıdır. Yapabilene aşk olsun. Ama bunu yaparken nefsi tatmin edici karşılık beklenilerek olursa bu gönül yapmak değil çıkar ilişkisi olur. İkinci durum ise, kişinin daha önce yapmış olduğu yanlışın düzeltilmesidir. Buna en büyük engel de kişinin kibridir.

 

Erenler cemine gireyim dersen

Kin ile kibri at da öyle gel

Gerçekler sırrına ereyim dersen

Ulu bir mürşide yet de öyle gel (1)

 

Özür dilemeye engel olan durumların hepsi kişiye seslenen nefsin kendini aklamak için gösterdiği savunma mekanizmalarıdır. Yani nefsin kişiyi kandırmasıdır. Bu engelleri aşabilmek için de kolay yollar vardır. En doğrusu Bir mürşide dayanmak, er eteğinden tutmaktır. Dara düştüğümüzde yolumuzu şaşırdığımızda danışıp doğru yolu bulup, bir gönül yaparsak bu yapacağımız güzel ve iyi işle binde birden çok iş yapmış oluruz. Yani ibadetlerimizin en büyüğünü yapmış oluruz. Hak katında makbul olanda budur. Hakikat makamına bir adım daha yaklaşırız. Yapıcı olmak yıkıcı olmaktan her zaman zordur. Vücudumuzda bir yaranın oluşması ile iyileşmesindeki fark gibi.

 

Her gidilen yol düz değildir. Yol üzerinde türlü engeller, türlü yokuşlar, vardır. İnsanı Kamil olma sürecinde son kapı olan sırrı Hakikate erişmek, Hak ile Hak olmak yani vahdeti vücuda erişmek için alınan menzilde Hakk’ı gözetip görebilmek önemlidir. Ali gibi turap, Ali gibi alçak gönüllü, olmalı, kibirlenmenin inancımızda yeri olmadığı bilinmelidir. “Ben bilirim” “Ben … uluyum” gibi “Ben” diyen bizden değildir. Bulunduğumuz yer neresi olursa olsun hizmet ehli olunmalı. Hünkâr’ın dediği gibi alan el değil veren el olmalıdır. Ayağa kalkacaksa da hizmet için kalkmalı.

 

Alevi-Bektaşi inancı Yol’u doğru tutmak için önceden yanlış yapmamayı öğütler. Bir nevi önleyici hekimlik gibi hasta olmadan tedbirini al der. Bunun içinde kişiye rehberlik eder. Önce seni var edeni gör der. Seni var eden Ulu Yaratan’dır. Seni var eden anandır, babandır. Seni var eden elindeki işindir ki evine ekmek aş götüresin. Seni var edenlere yanlış yapmayasın. Onlara karşı hep alçakta durup, saygı gösteresin. Bunları yapan yolunu doğru tutandır. İnsanı kâmil olmada adımlar atandır.

 

Mürşidin, dedenin yol önderinin öğütleri, sözleri, hal ve hareketlerini örnek almalı, onun gibi olmaya özen göstermelidir. Bunları yapan talibin yolu aydınlık olur kendisi de, kendisinden gelen soyu ve izinden getirdiği herkes kurtuluşa, ışığa kavuşur. Bunları yapmayan yapamayan ise boş konuşur, kendini öven nadan olur, diyor Yunus.

 

Yol’a girmek isteyen her can ikrar vererek, bir mürşide bağlanır. Girmiş olduğu Yol ile kendisini insanı kâmil olmaya adar. Bunun için çaba gösterir. Bu onun için doğru olandır, inandığı yerdir. Bu yer, bu makam onu her yıl yaptığı sorgu/ görgü ile temiz tutar. Kişiye nazar (önünü aydınlatan ışık) eder. Yapılan görgüler aslında bir mahkeme, sorgu yeri değil kişinin kendi özünü aydınlattığı, ayna tuttuğu içini ve dışını tertemiz kıldığı yerdir. Burası bir nevi yıkandığı yerdir. Banyo yaparak/yıkanarak vücudumuzu temizlerken görgü ile kişiliğimizi, özümüzü temiz tutarız. Yanlış anlaşılma olmaması için bu durum, bir günah arındırma, tövbe etme yeri değil tam tersine her canın arınmış olarak çıkılan, rahatlanan güzel olan yer olarak görebilmeli.

 

İki sözü bir araya getirmek, uyaklar ile dörtlükler yazmak kolay olabilir. Bunu yaparken içinde birden çok anlamlar yüklemek, bu anlamların gösterdiği ışık ile önder olmak. Sanırız Yunus gibi İnsanı Kâmillerin işidir. Buğday almaya gelip, himmeti bilmeyen iken öğrenen ve himmet için Tapduk Emre’ye hizmet eden Yunus’un işi; sözleri ile deyiş ve nefesleri ile tüm canlara ışık olarak, yol gösteren olmuştur. Elbette ki sözleri yağ kadar, bal kadar güzel olacaktır. Sattığı, söylediği sözleri boş değildir, anlayana en değerli ışıktır.

 

Hayatımızda Bıraktığımız İzler

 

Yunus’un deyişinin ilk dörtlüğündeki gönül yıkmamak ile ikincisindeki gönül yapmak ile insan olmanın temel görevlerini söylüyor. İnsanlık tarihi boyunca birçok ermiş insan bu yönde sözler söylemiş çağını ve çağının ötesini aydınlatmıştır. Ne yazık ki biz insanlar bu sözleri hep dinlemişiz, ama iki kulağımızla dinlemişiz birinden girmiş diğerinden çıkmış bu sözler. Yüzyıllar boyunca insanoğlu çıkarları uğruna bırakın gönül yıkmayı, savaşlar, işkenceler ile birbirini yok etmiş ve hala etmekte.

 

Belki tüm insanlığı değiştiremeyiz, ama bir başlangıç yapıp kendi hayatımızı değiştirebiliriz. Sesinizi duyar gibi oluyorum. Çok geç kaldım. Artık olan oldu. Bu saatten sonra ne değişir ki. Evet, bu sözler psikolojide savunma mekanizmaları olarak adlandırılan kişinin kendini kandırmasından başka bir şey değildir. Âşık Dertli Divani bir deyişinde “Zaman her şeyin ilacı kendine gel imanım…” diyor işte geç kaldım diye bir şey yok. Sadece şu an var, başlamak için. Başlamak için öncelikle biz kendimizi doğru anlamalıyız ki karşı tarafa da doğru anlatalım. Olayları, söz ve davranışları gerçekten doğru yorumlayalım ki yanlış hareket ve sözlerle daha büyük sorunlara yol açmayalım.

 

Sözün sonu kıssadan hisse;

 

Çivi

 

Bir zamanlar çabuk sinirlenen ve ağzına gelen kötü sözleri karşısında bulunan kişiye hemen söyleyen bir çocuk vardı. Babası ne kadar öğüt verse de oğlunun bu kötü huyundan vazgeçmesini sağlayamıyordu. Günün birinde aklına bir fikir geldi. Oğlunu çağırdı ve ona:

 

“Bak evladım evin arkasına iki tane tahta pano koydum. Her kötülük işlediğinde o tahta panoların birine gidip bir çivi çakacaksın; diğeri boş kalacak, tamam mı?” dedi.

 

Babasının ne yapmak istediğini anlamamasına karşın çocuk o günden sonra söylediği her kötü söz, kırdığı her gönül için tahtaya bir çivi çaktı. Birinci gün otuz yedi çivi çakmıştı, ikinci gün biraz daha az, üçüncü gün daha da az. Çivi çakmak zor olduğu için öfkesini yeniyor, daha az hata yapıyordu. Nihayet öyle bir gün geldi ki, o gün hiç çivi çakmak zorunda kalmadı. Bunun üzerine babası ona: “Aferin oğlum, Şimdi de, öfkeni yendiğin, kötü söz söylemektense dilini ısırdığın her olay için bir çivi çıkaracaksın” dedi.

 

Çocuk babasının bu söylediğini de yaptı. Artık oldukça sabırlı biri olmuş, kendisine taş atanlara gül verir duruma gelmişti. Böyle davrandığı her olay için bir çivi çıkardı tahtadan. Öyle ki, artık tahtada çivi kalmamıştı. Babası oğluyla birlikte tahta panoların bulunduğu yere geldi ve oğluna:

 

“Şimdi bu iki tahtayı bir karşılaştır bakalım. Aralarında bir fark var mı?” dedi.

 

Hiç çivi çakılmamış olan tahta dümdüz, pürüzsüz idi. Oysa çivileri sökülmüş olan tahtada hâlâ çivilerin bıraktığı delikler ve izler vardı. Babası oğluna:

 

“Aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak, ne kadar çok delik var. Artık hiçbir şey geçmişteki gibi güzel olmayacak. Bir insanın canını acıtır, gönlünü kırarsak; daha sonraki özürlerimiz ve pişmanlıklarımız, bu acıyı dindiremez. Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara, bir delik aynen kalacak, kapanmayacaktır. Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur seni dinler sana yüreğini

açar” demiş.

 

Not:

 

1. Dertli Divani

 

 

                                                                      -  Makaleler  -