Âşık Remzâni

 

 

 

Beni Erkâna Göre Yolculayın

 

Emel  SUNGUR UZMAN

Şubat  2016

 

Bir garip ölmüş diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin

 

Yunus’un bu şiirini bana yazdıran bugün Kocatepe Camiinde katıldığım bir yolculama töreniydi.

 

Bir büyüğümüz, yirmi yedi yaşında olduğum yıllarda girdiğim partinin Alişan ağabeyi, Alişan Canpolat Dedemiz Hakk’a yürüdü ve yolculama yerimiz tabii ki ailenin isteği ile Kocatepe Camii oldu.

 

Alişan Canpolat ağabeyimiz o yıllarda bize duruşu, zarafeti, efendiliği ile örnek olurken Aleviliğin de ritüellerini usul usul öğretmişti. Alişan ağabeyin Güzeltepe Mahallesi, Havuzlu Bahçe sokaktaki evi, evimize yakındı; sık sık giderdim. Aydın Güven Gürkan hocam ve can Seyfi ağabeyim, Doğan başkanımla da çok gittiğimiz oldu o sıcak yuvaya; o dostluğu, o güzelliği birlikte yaşadık bazı günler.

 

Sonra, yıllar kopardı bizi. Ben partiden 1994 yılında ayrıldım. Başka bir alanda, Alevi örgütlerinde çalışmaya başladım. Aleviliğin ritüellerini öğrendikçe daha derine daldım, muhabbetlerine girdim, ceme girdim; döktüğümü doldurmaya, pişmeye çalıştım. Seyirlik değil, aşk için hizmet vermeye çaba gösterdim. İtikat, yaşamımın önemli bir parçası oldu. Elbette yaşama dair demokratik taleplerin hiç dışında kalmadım. Birbirine karıştırmadan, her ikisini de örselemeden yoluma devam ettim.

 

Ummana Daldıkça Küçücük Kaldım

 

İlk yıllar Alevi anne babadan doğmayanlar hizmet için yola çıksa da bunu örgütlerde kabul görmüyorlardı. Çok örselendiğimiz de oldu bu konuda, hem de kendini sosyalist tanıtanlardan. Akılları ilk yıllarda çok kabul edemedi beni, çünkü bu örgütlerde ki canların birçoğu siyasi çıtalarını yükseltmek için, ticari ilişkiler için hatta daha ileri gittiğimizde milletvekilliği için kullanıyorlardı böylesi yapıları. Listeye bir kişi daha eklendi diye çok huzursuz olan oldu. Bütün bunları emek ile aştık.

 

İşte bu örgütlerde Alevi yolunun bir ölçütü olan emek ve hizmet öne çıkmıştı, bu en özel bir değerdi. Ben yola girdikçe, ummana daldıkça, gönülleri birledikçe yürek acımı, yol ulularıyla paylaştıkça bu derinlik karşısında küçücük kaldım.

 

Çünkü “ben” küçüldükçe, “biz” büyüyordu. Biz büyüdükçe, yola sığındım, özümü dâr’a çektim, her kırgınlıktan sonra kırılmamam gerektiğini keşfedip özümü yudum, yıkadım.

 

Yüreği kara olanı da yüreği muhabbetle dolu olanı da ululara, erenlere, abdallara teslim ettim.

 

Yıllar geçti, üye olmamdan bugüne tam yirmi altı sene; üye olmadan girdiğim Banaz köylülerinin derneğine gidip gelmemin üzerinden tam yirmi sekiz sene geçti acılarla, sancılarla, sıkıntılarla.

 

O yıllar buralara gelmeyenler, Alevi olduğunu söylemeyenler, gözlerinden anladığımız, ama dile getirmeyenler şimdi sözcü oldu, Aleviliği savunan oldu. Bunlar Hak ve adalet ölçülerinde yazılsa çok kitap yazılır. O gün bize bu ikametgâh adresini verenlere teşekkür ederim. Bizi bu gönül dünyasına iten, sevgi ve muhabbeti öğretenlere aşk olsun.

 

Daha sonra hızla geçen yaşanmış yıllar, 2 Temmuz Katliamı, yaşanan yeni katliamlar, hukuksal süreçler, sokak eylemleri, demokratik mücadeleler devam ederken gönül zenginleştirme, gittiğim yolu daha yakın tanıma çabalarım arttı. Ceme de girdim, hizmette de bulundum.

 

Yol hizmetlisi zaten hizmet seçmezdi; yer süpürür, süpürgeci olur; geleni gideni gözler, gözcü olur; dem dağıtır, saki olurdu. Her hizmeti yapmaya çalıştım. Hak beni bu hizmetlerden mahrum etmeye.

 

1988 yılında başlayan bu yolculuğum sayfalarla anlatılacak kadar sınırlı değil. Takdir edersiniz ki, neredeyse bir ömrün yarısı… Yıllar düşe kalka, zor yılları dikenleri aşa aşa geçti: 1 E ylül Dünya Barış gününde Pir Sultan Abdal Pendik Şube Cemevinin temel atma törenini de Sivas Katliam davası sürecini de o süreçte saçımdan polis tarafından tutularak yerlerde sürüklenmeyi de Gazi Katliamı sonrası Mersin’de yapılan ilk katliam protesto mitingine gidişimi de orada ki konuşmamı da örgüt yöneticiliği yaptığım süre içinde yargılanmalarımı da İstanbul, Bahçelievler Adliyesi’ne mahkemeye tek gidişimi de ATV Siyaset Meydanında Kürt sorunu ile ilgili konuşmamı da Hasan Ocak ile ilgili konuşmamı da bugün gibi yaşıyorum.

 

Banaz köyünün güzel insanlarını da kapıyı çalmadan açılan kapıları da hiç unutmadım. İki sene önce otelden alınıp mahkemeye çıkarılmamı da Padişah, pardon Başbakan adına açılan ceza davasından yediğim cezayı da unutmadım. Ortada duran Alevilerin bir mağduriyeti vardı, bu mağduriyetin kavgasıydı, bu kavgalar adaletli bir dünya kurulana kadar devam edecek bir kavgaydı elbette.

 

Mücadele İçinde Büyük Aşk

 

Bütün bu mücadeleler yürütülürken bir aşk ile daha yakın tanıştım. Bu aşktı beni daha derinlere taşıyan; deyişlerde, nefeslerde gökyüzüne çıkaran, gönlümü besleyen, bazen gönlümü kanatan; Kerbelâ yasıydı, daha sonra gelen yasların, katliamların hepsinde beni yakan.

 

2000’li yıllar, Divani Baba ile yakın muhabbetlerimizin daha sık olduğu yıllar ve bu yol aşkının beslendiği yıllardı. 1995 yılında tanışmıştık, çok sevdiğim bir gönül besleyicimdi.

 

Efendim Veliyettin Ulusoy ile tanışmam, 2005 yılıydı ve daha sonra Banaz’a Cemevimizin açılışına gelmişti. Kendileri sabahın 5.30’unda veya saat 6.00’da bir arabanın içinden tek başına çıkmıştı. Hacı Bektaş Dergâhı Postnişini tek başına, arabasına binip gelmişti. Çokta alışık olmadığımız bir durumdu bu. Sonra anladım bu da yolun bir geleneğiydi kin ve kibirden uzak olmak.

 

Tanıdım Efendimi. Efendimi tanıdıkça yola daha fazla daldım. Yol artık benim vazgeçilmezimdi, ben artık yol hizmetlisiydim.

 

2010 yılında Hacı Bektaş’ta yapılan Dergâh’ta Birlik Toplantısı yapıldığı süreçte vakıf başkanlığı görevimi yürütüyordum. Şimdiki vakıf başkanımız dâhil bütün yönetim gönül birliği ile bu toplantıya katılma kararı verdik. Yanımıza dedelerimizi ve Burhaniye şube başkanımızı da alarak o toplantıya katıldık. Şimdi daha çok yol hizmetlisi noktasında katkıda bulunmaya çalışıyorum.

 

Bizi Alkışlamayın, Ama Sorun “Neden Cami?”

 

Konuya tekrar döneyim, bugün Kocatepe camisinde katıldığım yolculama törenine… Dedemiz Alişan Canpolat Dede camiden yolculandı. Bu benim biraz boynumu büktü. Elbette karar ailesine aitti.

 

22 E kim günü Hakk’a yürüyen Nurhan Karadağ hocamızı da Cemevinden yolculadık. O günler Karadağ hocamla ilgili hoşnutluk bildiren yazılar yazdı Alevi canlar, nedendir anlamadım.

 

Kocadağ itikadını ve yolunu kendi bulmuştu. Üstelik o gün Alevi olduğunu saklayan milyonların gözünün önünde yola hizmet için çıkmıştı.

 

Aynı şekilde 1970’li yıllarda Pir Sultan Abdal’ın heykelini Yıldızeli, Banaz köyüne diken Cahit Koççoban hocam gibi… “Gürgenden kaşık, yezitten âşık olmaz” diyerek çok eski yıllarda tercihini yapan Cahit can gibi.

 

Kocatepe Camiinden hızla çıktım, karışmış zihnimle noterin orada soluğu aldım. Danıştım, dedim ki:

 

“Benim aileme vasiyetim belli, bir sorun yok. Beni ‘Dergâhın Hakk’a Yürüme Erkânı’na’ göre Cemevinden yollayacaklar. Bunu bir belgeye dönüştürmek istiyorum.”

 

Böyle olmazmış. Vasiyet defin işleminden sonra açıldığı için benim dileğimin gerçekleşmesi için geç kalınacaktı. Sonra hak verdim. Bu dileğim olmadı.

 

Dolasıyla şimdi dileğim Hacı Bektaş Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy Efendim ve Alevi örgütlerinden: Ben don değiştirdiğim zaman Dergâhın “Hakk’a Yürüme Erkânı” ile yolculanmak istiyorum.

 

Bu benim kararım, bu benim vasiyetim. Asıl soracağım da şu:

 

“Yol önderleri, dedeleri, talipleri neden don değiştirmeden önce böylesi bir vasiyette bulunmuyor?”

 

Aslında vasiyete gerek de yok. İnancının gereğini yerine getirmiyor geride kalanlar.

 

Yolculadığımız, toprakla sırlanan sıradan bir Alevi olsa onu da sormazdım. “Kendi tercihi” der geçip giderdim, ama dedemiz bir sürü yol ritüelini ve inancın özel, güzel yanlarını bize öğretmişti.

 

Bizi alkışlamayın Otyam gibi, Karadağ gibi, Selçuk gibi, “cemevinden yolculanmak istedi” diye; ama bazılarına sorun “Neden Cami?” diye...

 

Aşk ile.

 

                                                          -  Makaleler  -