Âşık Remzâni

 

 

 

BASIN AÇIKLAMASI

10 Şubat 2014, Hacıbektaş

 

SEÇİM ORTAMINA GİRİLDİĞİ VE SİYASİ PARTİLERİN ALEVİLERİ HATIRLADIĞI, HÜKÜMETİN YÜZ ALEVİ DEDESİNİ UMRE’YE GÖTÜRMEYE HAZIRLANDIĞI GÜNLERDE KIZILBAŞ-ALEVİ-BEKTAŞİ TOPLUMU ADINA

 

HACI BEKTAŞ VELİ DERGÂHI POSTNİŞİNİ

VELİYETTİN HÜRREM ULUSOY SORUYOR:

 

Kendimize Soralım: Alevi-Bektaşi Toplumu Neden Birden Çekici Hale Geldi?

 

ALEVİ BEKTAŞİ tarihi acıyla, kanla gözyaşı ve katliamlarla doludur, ancak yok olmadık; tekrar tekrar kendi külümüzden canlandık.

 

Bize bu darbeleri vuran zihniyet şimdi taktik değiştirdi. Kaleyi içerden fethetme, işbirlikçiler yaratma, gençlerimizi çalarak beyinlerini yıkama gibi usuller kullanmaya başladılar.

 

Bu Yol’un gerçek yolcuları bunlardan üzüntü duyuyor ve bize giydirilmek istenen bu farklı boy ve renkteki gömleklere esefle bakıyor.

 

Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi? Son matem ayında hemen hemen tüm televizyon kanallarına belli çevrelerin ünlü isimleri, kimisi bilim adamı kılığında (amaçları iyi olanları tabii ki ayrı tutuyorum) çıktılar. Ehl-i Beyt dediler, Hüseyin dediler, Kerbelâ dediler, hatta Yezit dediler. Geleneğimizde varmış gibi düzenlenen ya da düzenletilen zengin iftar sofralarına oturdular.

Bunun en alasını bu devletin en yüksek makamı yapıyorsa bir defa daha başımızı ellerimizin arasına alıp, bunların niyet ve amacın ne olduğunu iyice düşünmemiz gerekir.

 

Devletin en yüksek makamı, ülkede sayısı milyonları bulan bir toplumun geleneğini hiç sorup, araştırmaya gerek duymadan, daha doğrusu Alevi-Bektaşi toplumunun inanç ve kültürünü hiçe sayarak işe başlıyor. Sünni inanışa göre sofralar hazırlattırıp, adı ünlenmiş Alevi-Bektaşileri “iftara” davet edebiliyor.

 

Ne Oldu da Çekici Oldu Aleviler Belli ki Alevi-Bektaşi toplumu son yıllarda çok çekici bir hale geldi. Bir bakıyorsunuz bir siyasi parti, Hacı Bektaş Veli, Atatürk ve kendi liderinin fotoğrafı olan afişler hazırlatıyor, Ehl-i Beyt’i kimseye bırakmıyor, Alevi-Bektaşilerin tüm dertlerine çare olacağını söylüyor. Hatta yemin billah, Mustafa Kemal’in ve annesinin Ehl-i Beyt’ten olduğunu söylüyor.

 

Ne oldu acaba son senelerde? Birden bire kemâle mi erdiler yoksa bir olay onları sarsarak kendine mi getirdi?

 

Hepsine sormak gerek:

 

Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Gazi Mahallesinde, Gezi’de Aleviler öldürüldü. Sivas Katliamının sanıkları zaman aşımına uğratılan davayla affedildi. Bunlar olurken, bu zevat tek kelime söylemediydi. O zaman Kerbelâ, Hüseyin, Ehl-i Beyt yok mu idi? İnsanlar yanarken, öldürülürken nerelerdeydiniz?

 

Kızılbaşların, Alevi-Bektaşilerin dertlerine, sorunlarına çare olmak şimdi mi akılarına geldi? Yoksa seçimler yaklaşınca mı Alevi-Bektaşileri hatırladınız? Çıktığınız oy avcılığında attığınız oltalara, serdiğiniz ağlara takılabilecek en uygun kesim olarak Alevi-Bektaşileri mi görüyorsunuz?

 

Bakıyorsunuz, öte yanda Kültür Bakanlığı yüz Alevi dedesini(!) önce Necef’e, Kerbalâ’ya, oradan da Umre’ye götürüyor. Sayın Bakan diyor ki:

 

“Kerbelâ insanlığın büyük öğretmeni Hz. Hüseyin’in ebedi mesajıdır. Kerbelâ’nın önemini anlatmak, sözcükler bulmak, orayı tarif edecek cümleler kurmak oldukça zor. İstiyoruz ki insanlık tarihinin en acı olaylarından birinin yaşandığı bu beldeyi Alevi dedeleri görsün. O atmosferi yerinde yaşasın.”

 

Sayın Bakan bilmiyor ki biz, “Kerbelâ Olayı’ndan” beri bu acıyı yüreğimizde yaşatıyoruz. Bizim için, “Her ay Muharrem, her gün Aşure, her yer Kerbelâ”dır. Cemlerimizde, muhabbetlerimizde Kerbelâ ve Hüseyin ile ilgili yüzlerce nefes, deyiş, düvaz söyleriz. Hüseyin ve Kerbelâ’nın ismi geçtiğinde her geçtiğinde, her Alevi-Bektaşi’nin gözü dolar.

 

Evet, bunu sayın bakanımız bilemez, pekiyi, kendine Alevi dedesi diyen bu yüz kişi de mi bunu bilmez?

 

İlle Dostun Gülü Yareler Bizi

 

Bu dedeler(!) kendi paraları ile değil de içerisinde herkesin hakkı olan devletin parasıyla Umre turizmine gitmeyi nasıl kabul ederler? İşte bunu anlamak mümkün değildir. Bu dedeler(!) Umre turizminden döndükten sonra nasıl taliplerini görgüden geçirecekler? Kendi üzerlerinde kul hakkı olan biri, talibin üzerindeki kul hakkını nasıl sorup, soruşturacak?

 

Gerçek dedelerimiz Alevi-Bektaşi toplumunu yüzlerce yıl ötesinden, her türlü kötü şartlarda, bugüne taşıyan, Yol aşkı olan büyüklerimizdir. Yol aşkı olan insan, maddi olanaktan zevk almaz, ruhunu ancak manevi dünya için yaşayarak doldurur. Talibin bir anlık mutluluğu, onun için tüm maddiyatın üstündedir.

 

Dedelerin görevi gönülleri yıkamak, tamir etmek ve insanları mutlu etmektir. Bu görevi yaparken de en dikkat ettiği konu “Kul Hakkı’” ve “Rızalık”tır.

 

Alevi-Bektaşi Yol’unun anayasası, “Kul Hakkı”dır. “Eline, diline, beline; aşına, işine, eşine sahip ol”; “Nefsine ağır geleni başkasına yapma” düsturları temelde “Kul Hakkı”na dayanır.

 

Yıllık yapılan görgü cemlerinde görgüden geçeriz, cem erenlerinin huzurunda Hak-Muhammet-Ali meydanında özümüzü dar’a çeker, geçmiş yılın hesabını veririz. Birini ağlatmışsak, onu güldürürüz; birini düşürmüşsek, onu kaldırırız; dökmüşsek, doldururuz; üzerimizde bir hak varsa, onu yerine getiririz; hatamızı telafi eder, incinenin gönlünü yapar rızalık alırız ve bunların hepsini yerine getirebilirsek görgüden geçmiş oluruz.

 

Görgü esnasında dedenin en son sorduğu soru şudur: “Söylediğin meydanın, söylemediğin senin; seni senden soruyorum!

 

Ve bu soruya da olumlu cevap alırsa, “Seni, sana teslim ediyorum!” der.

 

Devletin parasıyla seyahat eden bu dedeler yıllık görgülerinde talibine bu soruları sorma hakkına sahip olabilecekler mi? İşte burada Pirimizin sözü bize kılavuzluk eder: “Arı Olmayan, Arıtamaz!

 

Üzerinde kul hakkı olan temiz değildir, kimseyi temizleyemez.

 

                                                      - Makaleler -