Âşık Remzâni

 

 

 

Abdal Musa Sultan ve Tarihsel Konumu

 

İsmail KAYGUSUZ

Haziran 2015

 

Abdal Musa Sultan’ı (1272/3-1361/5) tanıtan bilgiler, tüm eksiklik ve fazlalıklarıyla dört ana kaynaktan günümüze ulaşmıştır:

 

1. Birbirini kopya edip bazen fazladan bir-iki cümle eklemiş Osmanlı tarih yazıcıları.

 

2. Alevi-Bektaşi toplu tapınma cem geleneği içinde yetişip dillenmiş Alevi ozanları ve bu geleneği sürdürmüş olan dedeler.

 

3. Velâyetname-i Abdal Musa Sultan ve Menakıb-i Kaygusuz Baba.

 

4. Vaktiyle yaşamış ve gezmiş olduğu yörelerde anlatılan söylenceler.

 

Abdal Musa, “Biz Horasan mülkündeki boydanız” ve “neslimiz sorarsan asıl Hoy’danız” dizelerinde, Horasan’dan gelerek, Azerbaycan’ın Hoy bölgesine yerleşmiş bir Türkmen boyuna mensup olduğunu belirtmiştir. Bu kaynaklardan yüzeysel de olsa, elde edilen bilgilerle Abdal Musa hakkında özet olarak şunları biliyoruz.

 

Abdal Musa on üç ve on dördüncü yüzyıllarda yaşamıştır. Hacı Bektaş Veli’nin önde gelen ardıllarından ve onun Anadolu’daki gözcülerindendir. İkinci Pir olarak tanınır.

 

Hacı Bektaş Dergâhındaki on iki hizmet postundan “Ayakçı” Postu Abdal Musa’nındır. Horasan erenlerinden derviş gazi Abdal Musa’nın babasının adı Hasan Gazi ya da Seyyid Hasan olarak anılır. Dedesi Haydar Ata, Hacı Bektaş Veli’nin amcasıdır. Bu yolla yakın akraba olmaktadırlar. Ulu Pir, Hakk’a yürümeden önce, “beni isteyenler Genceli’de Abdal Musa’ya gelsün bulsun” diyerek, onun yerine geçmesini, ardılı olmasını istemiştir. Hünkâr, onunla yeniden dünyaya geleceğini, onda tezahür edeceğini söylemiştir hal diliyle.

 

Hacı Bektaş Veli’nin ilkelerini temel alıp Yol’u ve Erkan’ı kuran; Hak Çerağı’nı uyandıran, “demine Hü” deyip gülbank çeken, talipleri Meydan’da Dâr’a durdurup nefsini haklayıp paklayan, Pir-i Sani Abdal Musa Sultan’dır. (1)

 

Abdal Musa ve Osmanoğlu Orhan Bey (1324-62)

 

Hacı Bektaş Dergâhı ve buraya bağlı Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) ve Abdalan-ı Rum (Anadolu Derviş-Gazileri) Osmanlı Beyliği kurulmadan, Karamanoğulları’nı desteklemişlerdi.

 

1262-63’ün önemli olaylarından sonra eski Selçuklu uç beyleri genişleme, büyüme süreci içine girmişlerdir. Ama Anadolu birliğinin sağlanması, Konya Selçuklu-Moğol işbirlikçi yönetiminin ortadan kalkmasına bağlıydı. Konya’nın ele geçirilmesi, Nure Sufi Nureddin’in torunu Karamanoğlu Mehmet Bey’e nasip oldu. (1277)

 

Hacı Bektaş Veli çevresinin eski siyasetine uygun olarak II. İzzeddin Keykavus’un oğlu Siyavuş’u desteklediler. Alaeddin Siyavuş’un ortadan kaldırılmasıyla Alevi Türkmenler gözünü güneye dikmiş olabilir. Abdal Musa Velâyetnamesi’nde onun Genceli’de yetim büyüdüğü ve kendisine kötü davranılmış olunduğu anlatıldığına göre, (2) bölgeyle siyasi ve yerleşme ilişkileri 1290’lara kadar yoğun biçimde sürmüştür.

 

Ancak Osmanlı Beyliği’nin kuruluşuyla birlikte, Dergâh’ın genel siyaseti içerisinde Abdal Musa, Edebali, Hoy’dan hemşerisi Geyikli Baba, Gözcü Karacaahmet, Murad Baba gibi derviş-gaziler tarafından Osmanlı beyliği topraklarına çağrılmış olmalıdır. Çünkü Âşık Paşaoğlu’ndan başlayarak ilk dönem Osmanlı tarih yazıcılarının hepsi, Abdal Musa’nın Orhan Bey zamanında Bursa’nın fethine (1326) katılmış olduğu üzerine hemfikirdirler. Abdal Musa bu sırada elli yaşın ortalarında olmalıdır.

 

Abdal Musa Sultan Bursa’nın alınışından sonra Osmanlı Beyliği’ni kesinlikle terk etmiştir. Terk etmeseydi sürülüp çıkartılacaktı. Yeniçeriliğin kuruluşuyla da ilgisi yoktur. Bakınız Mustafa Akdağ, Kanuni Süleyman’ın (1520-1546) ilk dönemlerinde şeyhülislamlık yapmış bulunan saray tarihçisi İbn Kemal Paşazade’den (3) kaynaklanıp, onunla aynı kaygıları paylaşarak neler yazıyor:

 

“Orhan zamanında yeni fethedilen Marmara sahasına doğudan pek çok derviş gelerek tekkeler kurmuş ve Cihet’ler elde etmişlerdi. Fakat Bâtıniliğin mahiyeti icabı, bunlar derhal halk arasında propagandaya girişip, bir takım fesat hareketleri tertibine çalışmaktan kendilerini alamadılar. Anlaşılıyor ki, vaktiyle Selçukiler devrinde tehlikeli isyanlarını gördüğümüz Bâtıniler, Osmanlı rejiminin ilk başladığı yerlere daha yayılarak, aynı hareketi tekrarlamak istemişlerdi. İlk Osmanlı Bâtınileri dahi devlet kadrolarında vazife sahibi değillerdi.” (4)

 

Burada, yeni fethedilmiş çevrelerdeki “siyasi ve içtimai düzenin” nasıl bir tehlikeye maruz kaldığı örneklenmemiş. Anlaşılıyor ki, Beyliğin kurulmasında hizmeti geçen Bâtıni güçler, yani Alevi Türkmenler, önderleri Babalar ve Gazi-Abdallar aracılığıyla iktidardan pay istiyorlardı. Osman ve Orhan Beylerin bölgedeki fetih siyasetinin “siyasi ve içtimai düzenini beğenmiyor, eleştiriyorlardı. Bu konuda, Dimitar Angelov adlı Bulgar araştırmacının yazdıkları ilginçtir:

 

“Orta Çağ Türk tarih yazıcılarının hemen tümü Osman ve Orhan dönemlerinden büyük övgüyle söz ederler. Bu sultanların çok adil, asil ruhlu, erdemli, eşitlikçi, sadık ve alçakgönüllü oldukları sıkça vurgulanır. Olayları ve insanları aşırı derecede idealize etme hali ve yüksek övgüler, ne yazık ki, çağdaş Türk burjuva tarihçilerinde de bulunmaktadır. Osmanlı fetihlerini tarih içinde ‘uygarlaştırıcı ve ilerletmeci’ misyon gibi algılayıp sunuyorlar. Gerçekte tarihsel olaylar bize başka şeyler söylemektedir. Dönemin Bizanslı ve diğer yazarları, Küçük Asya’nın Türkler tarafından fethinin, yerli halk için gerçek afet olduğunu yazmaktadırlar.” (5)

 

Osman Bey (1299-1326), bu askeri şeflerden Hasan Alp ve Turgut Alp, Alp Konukyar’a Anghelokoma (İnegöl), Yar Hisar, Kara Tchepis gibi şehir ve kalelerden geniş paylar bağışlamış, yine büyük askeri şefi Alp Gündüz’e de Subaşılık bölgesini vermişti. Aile üyelerini de ihmal etmemiş, oğlu Orhan’a Kara Hisar’ı, kayınbabası Edebali’ye de Bilecik kentinin gelirini bağışlamıştı.

 

Anlaşıldığı kadarıyla, Sultan Orhan şeyhlerin, derviş gazilerin bu dünya değil “öbür dünya” ile ilgilenenlerini seviyor, koruyordu. Bizans’tan ele geçirilen köy, kent ve geniş araziler Osman ve Orhan tarafından yakınlarına bağışlanırken savaşçı derviş gaziler dışlanmıştı. Onlar tekkelerinde Tanrı ile söyleşip ibadette bulunsunlardı; dünyalık varlık nelerine gerekti?

 

Bundan yararlanan sadece Osman’ın kayınbabası Edebali oldu. Bilecik kentinin tüm geliri ona bağışlanmıştı, çünkü ailedendi. Baba İlyas’ın ardıllarından ve Hacı Bektaş’ın yoldaşı Edebali’ye tanınan bu ayrıcalık, yine Baba İlyas’a bağlı bir Babai dervişi ve Hacı Bektaş’ın yoldaşı Geyikli Baba ve ardılı Abdal Musa’ya tanınmamıştı. Üstelik cezalandırma, Osmanlı topraklarından çıkartma yoluna gidilmişti. Oysa, Osman’ın, kendi oğlu Orhan’a yaptığı ilk öğüt şu:

 

“Dini ve dünyevi bütün olaylarda, maddi ve manevi bütün konularda senin ahvalde öncün ve amelde rehberin Muhammed Mustafa’nın şeriatı ve (Sünni inancına aykırı olarak-İK) Ali’nin yolu olsun.” (6)

 

Buna rağmen Orhan Bey, Ali yolu izleyen Alevi-Bektaşi inançlı Türkmenleri yönetimden uzaklaştırarak ikiyüzlülüğünü açıkça ortaya koymuştur. Aslında Osman Bey’in kendisi de Hacı Bektaş’ın yoldaşı ve kaynatası Edebali’nin, “Ey oğul! Beysin... Bundan sonra öfke bize, uysallık sana... Güceniklik bize, gönül almak sana... Suçlamak bize, katlanmak sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana...” gibi güzel öğütlerinin yerine getirdiği ve Ali yolunu izleyenlerin gönlünü aldığı, çatışma ve anlaşmazlıkları gidermekte adaletli davrandığını söylemek olası değildir; en yakınlarını kayırarak kurmaya çalıştığı hanedanlığı güçlendirmeyi bilmiştir.

 

Abdal Musa Sultan ve Aydınoğlu Umur Bey (Ö. 1348)

 

Gazi Umur, 1334’de Aydınoğulları Beyliği’nin başına geçtikten sonra Saruhanlılar ve Bizans İmparatoru ile Osmanoğlu Orhan’a karşı yapılan antlaşmayı bir süre daha sürdürdü. (7)

 

Abdal Musa Sultan Velâyetnamesi’nde anlatılanlara bakılırsa Abdal Musa Sultan, Aydınoğlu Gazi Umur Paşa’yı bir süredir bekliyordu. Belki de Aydınoğlu Umur’a müritlerinden bir Türkmen Babasını peyik salmıştı.

 

Aynı şekilde Abdal Musa Sultan’ın yoldaşı, Hacı Bektaş Veli halifelerinden Gözcü Karaca Ahmet ve Pir Hamza Baba’nın Saruhan Beyliği topraklarında yaşadıkları bilinmektedir.

 

Hamza Baba Saruhan Beyi ile kurduğu ilişki sonucu onu etkileyip, dokuz kişilik mürit ekibiyle etkinliklerini sürdürmüştür.

 

Mevlevi eğilimli olan Saruhan Beyi kendisine bir vakıf arazisi bağışlayarak, tekke kurmasına izin vermiştir. Müritlerinden Koca Bektaş Baba Akhisar Beyova’ya; Yatağan Baba ise Soma Yatağan köyüne yerleşip tekkesini kurmuştu.

 

Türbesi, İzmir-Kemalpaşa’ya bağlı Hamza Baba köyünde bulunan Hacı Bektaş halifesi Pir Hamza Baba’nın halifeleri ve ona bağlı Aleviler yarım yüzyıl sonra Şeyh Bedreddin’i takip edip, eylemine katılacaklardır. (8)

 

Şimdi Abdal Musa Sultan’ın Gazi Umur Paşa ve askerlerini nasıl karşılayıp, ağırladığını Velâyetname’den okuyarak, yorumlamaya ve tarih saptamaya çalışalım:

 

“Andan sonra Abdal Musa Sultan kalkdı, deniz kenarına indi. Ve dedi ki: ‘Buraya leşker geliyor. Karıncıkları açdur, bir şikârcık sunmadılar, karıncıklarını doyuralım’ dedi. Bir saattan sonra denizden bir gemi zuhur etdi. Geldiler, yalıya çıktılar. Gemiden çıkanlar Abdalların yanına gelüb: ‘Ey Abdallar, ne ararsınız?’ dediler. Abdallar eyitdiler: ‘Bunda gerçek er vardır, size muntazırdur (sizi beklemektedir-İK), sizin için yemek hazırladu’ dediler. Bunlar dahi sürüb Er’in nazarına geldiler. Ocakta Er’in haranisin gördiler. Bunlara az göründi, dediler ki: ‘Hay Sultanım, bu yemek sizin leşkere mi yoksa bizim leşkere mi yeter?’.” (9)

 

Anadolu’nun pek çok yöresinde yatan veliler için anlatılan söylencelerde bu “bir küçük kazandan binlerce askere yemek verme” motifi yer almaktadır. Ama hemen hepsinde de Veli yoksul mu yoksul bir derviştir, keramet ağır basmaktadır. Bazen, doymayacaklarından kuşkulanan veya fazladan haram lokma alanlar cezalandırılır. Burada ise gerçek durum ağırlık kazanmakta ve yansımaktadır. Son soru çok önemlidir. Abdal Musa Sultan’ın da çok sayıda askerleri vardır. Velâyetname’de her ne kadar, sahile çıkan askerlerin sayısının kırk bin olduğu vurgulanıyor gibi görünüyorsa da, buna Abdal Musa Sultan’ınkiler de dâhil olsa gerektir.

 

“Bunlar tamam kırkbin er idi. Abdallar yemeği üleştirdiler. Yemek cümlesine yetişdi. Karınları doyduktan sonra önlerinde döküli kaldı... Abdal Musa Sultan kepçeyi haraninin üzerine koydı, geri çekildi. Abdallar gördüler ki harani yine evvelki gibi dolup durur... Geldiler gaziler temaşa eylediler. Bildüler ki bu gerçek velidür. Gazi Umur Bey geldi, eyitdi: ‘Şimdengeru biz sana çağırıruz, efendi himmet eyle!’ dedi. Abdal Musa Sultan eyitdi: ‘Bir börk getürün Umur Beğe geydirelüm’ dedi. Bir kızıl börk getürdiler. Umur Beğin başına geydirdiler. ‘Gaziler şimdengeru buna Gazi Umur Beğ deyin, varsın bu Beğ de gazi olsun. Geru size şimden sonra gazilik verir dururuz’ dedi. Gazi Umur Beğ eyitdi: ‘Bize bir yadigâr verin sultanım. Sultan eyitdi: ‘Şol Kızıl Deli’yi size verdük, alın gidin’ dedi.

 

Bu gaziler kalktılar. ‘Gider misin baba?dediler. Kızıl Deli Sultan, işaretle: ‘Giderindedi. Abdal Musa Sultan çağırub bir ağaç kılıç sundu. Kızıl Deli Sultan aldı, öpdi, başına kodı. Andan sonra yürüdiler. Abdal Musa Sultan eyitdi: ‘Deyin imdi, hiçbir yere gitmen, Boğaz Hisarı’na varın. Üzerine düşün, ikdam idün (ilerleyin) alursunuz. Boğaz Hisarı’n (Çanakkale Boğazı ve çevresi, İlion-İK) aldıktan sonra Rum İlin size virdüm, önünüze kimse durmasun’ dedi.” (10)

 

Gerek çağdaşı ve dostu Bizans devlet adamı Kantakuzenos’un tarihinde ve gerekse Osmanlı tarih yazıcı Enveri’nin Düsturname’sin de hakkında geniş bilgi verilen ve tanıtılan Aydınoğlu Gazi Umur Paşa, 1334 yılında babası Aydınoğlu Mehmed’in ölümüyle başkent Birgi’de yerine oturmuştur.

 

Enveri’nin anlattığına göre ilk gazasına on sekiz yaşında başlamış ve yirmi bir yıl boyunca yirmi altı savaş yapmış olan Gazi Umur’un, bu karşılama ve onca askerini kondurup göçürmesinden sonra “Şimdengeru biz sana çağırıruz, efendi himmet eyle!” dediğini ve Abdal Musa Sultan’a intisap ettiğini görüyoruz.

 

Umur Paşa görmüştür ki, o Mevlana ailesi uluları gibi sadece sema ayini yaptırıp, arkasından hediyelerini alarak Konya’ya çekilmiyor. Hacı Bektaş Veli ardası ve Dergâhın yaşlı Piri Abdal Musa elindekini avucundakini konuğunun önüne döküyor.

 

Ayrıca bir bahadır gazi olarak kendilerine savaş taktikleri de veriyor. Bununla da kalmıyor, Velâyetname’de Gazi Umur’un “yadigâr” isteği üzerine, kendisinin yerine yetiştirdiği Hacı Bektaş emaneti Seyyid Ali Sultan Kızıl Deli’yi ve elbette ki onun buyruğu altında bir Türkmen gücü de sunuyordu.

 

Abdal Musa Sultan bu genç Paşa’da büyük devlet adamı yeteneği görmüştü. Bu güne kadar ki kulağına gelen başarıları ve fetihçi-gaspçı Osmanoğlu Orhan’a karşı oluşu, Abdal Musa’yı Aydınoğlu Umur’a yaklaştırmıştı. Yetmiş yıl önce Saru Saltuk Dede’nin mekân tuttuğu, (1262-1263’lerde, Dobruca’da) Balkanlar’da, Rum İli’nde yeni yurt aramanın tam sırasıydı. Çünkü Aydınoğlu Gazi Umur’la Saruhanoğlu Süleyman Paşa, Bizans İmparatorluğu tahtını ele geçirmeye çalışan Kantakuzenos’la dostluk ve yardım ittifakı kurmuşlar; sürekli Avrupa yakasına çağrılmaktaydılar.

 

Abdal Musa Sultan, Kızıl Deli ve Türkmen askerlerini Gazi Umur Paşa’ya katarken, ilerideki başarılardan ve iktidardan pay alma hesaplarını da yapıyor olmalıydı. Ancak Alevi inancı, Pir Hacı Bektaş ilkeleri gereği, herhalde “Kılıcın körelsin, mazlumları kesmesin! demek olan simgesel tahta kılıcı kuşatıyordu Kızıl Deli’ye.

 

Aydınoğlu Gazi Umur Paşa ile Abdal Musa Sultan’ın bu karşılaşması, Gazi Umur’un Adalar Denizi egemenliğini tamamıyla ele geçirdiği 1341 yılında olmalıdır. Bu yıl içinde Girit’e ve arkasından Kıbrıs’a bir sefer yapmıştı. Büyük olasıyla Girit seferi dönüşünde Gazi Umur ve askerleri, Abdal Musa Sultan’ın (görünüşte inançsal) egemenlik alanındaki kıyılara su ve yiyecek gereksinimi için çıkmışlardı. Ancak Abdal Musa geleceklerini bildiğine göre bir haberleşme içinde de olabilirlerdi. Ayrıca yine olasıdır ki, onu Kıbrıs’a Abdal Musa Sultan yönlendirmişti.

 

Kızıl Deli Sultan’ı Umur Bey’e Yadigâr Vermesi ve Rumeli’ne Geçiş

 

Velâyetname’ye göre Abdal Musa Sultan genç bahadır Kızıl Deli ve yiğitlerini Umur Bey’in yanına katarken, önce Çanakkale boğazına bir iyice hâkim olup, sonra Rum İlinde ilerlemesini salık veriyor. Bu tavsiyenin altında Osmanoğullarından önce başarması gerektiği arzusu yatmaktadır. Gerçekten Gazi Umur ertesi yılın sonlarına doğru, Kantakuzenos’un yardım çağrısıyla üç yüz seksen gemilik koca bir donanmayla Boğaz Hisar’a ve oradan Meriç ağzına, yani Enez’e kadar çıkıyorsa da kış engeline çarpıp geri İzmir’e dönüyorlar.

 

1343 yılı başında dostu Kantakuzenos’tan aldığı yeni bir haber üzerine yeniden Rumeli’ye geçen Gazi Umur Bey Selanik ve Trakya çevresinde geniş yağma hareketine girişmiş. Bu kesimleri ve savunmasını kırarak girdiği Didymoteikhos’u (Dimetoka) Kantakuzenos’a kazandırmıştır. Ostrogorski’ye göre: “Ancak başarı bedeli, işgal edilen toprakları Türk birliklerinin yağmalaması oldu.” (11)

 

Abdal Musa’nın el verip bel bağladığı ve börk giydirdiği, yani taçlandırdığı Aydınoğlu Umur Bey’in ömrü uzun olmadı. 1348 yılında İzmir’i işgal etmiş olan Haçlı ordusunu kentten çıkarmak için ön saflarda çarpışırken otuz dokuz yaşlarında öldü.

 

Türklerin Rumeli’ye geçişine Aydınoğlu Gazi Umur’un öncülük ettiği ve Osman Oğullarının askeri teşkilatında Aydınoğlu Umur’un maddi ve manevi önemli etkileri olduğunu belirleyen bir belgede şunlar yazılıdır. Bu belge aynı zamanda, Abdal Musa Sultan Velâyetnamesi’nde verilen bilgileri destekleyen bilgiler içermektedir:

 

“Aydın Bey oğlu Gazi Umur Bey gemilere binüb gazalar iderdi. Al-i Osman beylerinden gemi ile evvel gaza iden Umur Bey’dir. Nice kerre velayeti zahir olmağın gaziler, ‘Gazi Umur canı içün’ deyu yemin ederlerdi. Bu Umur Bey zamanında gaziler ganimet malın Bektaşi börkleriyle üleştirdiler. Anın için börklerin eşfesin altun ile bezediler; şimdi ol kisbeti çorbacılar ve solaklar giyerler, Umur Bey kisbetidir. Yeniçeri keçesi sonra ihdas oldu...” (12)

 

Abdal Musa Sultan Velâyetnamesi ve başka tarihsel yapıtlar gösteriyor ki, Seyyid Ali Sultan Aydınoğlu Gazi Umur ile birkaç kez Rumeli’ne geçmiştir.

 

Teke Beyliği de Abdal Musa Sultan yaşarken Osmanoğullarına bağlanmamıştı, ama Seyyid Ali Sultan’ın Osmanoğullarının, Orhan Bey’in oğlu Süleyman Paşa komutasında Çardak’tan (Çanakkale) Trakya’ya ilk geçişlerinde birlikte olduğu menakıpnamelerde anlatıldığına göre, kendisinden kılavuz olarak yararlanılmıştır. Demek ki o seçimini yapmış. Yıllar önce Umur Gazi ile aynı yollardan geçip Trakya’yı tanımış olduğundan, askersel deneyimlerini ve bölge hakkındaki bilgisini Osmanoğulları’na sunmuştu.

 

Velayetname’den, Abdal Musa Sultan’ın Gazi Umur’a vermeden önce Kızıl Deli Sultanı, adı verilmeyen kendi oğluyla birlikte, yanlarına kırk abdal katarak Hacı Bektaş Dergâhı’na gönderdiğini öğreniyoruz. Bu da gösteriyor ki, Abdal Musa da mücerred değildir. Onlarla gönderdiği iki testi dolusu parayla Hünkâr’ın türbesinin yaptırılması, Dergâh avlusuna ağaç dikilmesi, yapılan bahçeden meyve devşirilmesine kadar kalınıp bakım yapılmasını buyuran Abdal Musa Sultan, (13) oradaki üç emaneti alıp getirmelerini istemektedir.

 

Söyledikleri oldukça önemlidir, çünkü Hünkâr olarak dünyaya yeniden ve bir don değişikliğiyle (reenkarnasyon), yani Abdal Musa adıyla geldiğini yinelemekte, bunu da Hakk’a yürümeden önce emanetleri koyduğu yerleri açıklayarak kanıtlamaktadır. Kızıl Deli Sultan’ın kırk neferiyle birlikte Hacı Bektaş’ın türbesi, tekkesi ve fırınını yapması ve onlar tarafından bir meyve bahçesinin yetiştirilmesi ve emanetlerinin Abdal Musa’ya getirilmesi hepsinin de Hacı Bektaş Dergâhıyla yakın ilişkisini ve oranın bakımını üstlendiklerini göstermektedir.

 

Abdal Musa Sultan’ın emanetlerin yerlerini açıklayıcı söyledikleri dâhil, onları teslim almış olması, Hacı Bektaş Veli’nin ardılı ve ikinci Pir olduğunun da birer kantıdır.

 

Abdal Musa Velâyetnamesi’nin, olasıyla bölgenin henüz Osmanoğullarının egemenlik alanı içerisine girmediği Beylikler döneminde yazılmış olması dolayısıyla şeriat ögelerine rastlamıyoruz. Birkaç yerde geçen “sabah, akşam namazından önce, sonra ya da namazında” söylemleri, sadece zaman belirleyici olarak kullanılmıştır.

 

Teke, Alaiyye, Menteşe ve Aydınoğlu Beyliklerinden ya da Beylerinden onca söz edilmesine rağmen, Osmanoğulları hakkında tek sözcük konuşulmaması, Abdal Musa Sultan’ın yemiş olduğu nankörlük darbeleri yüzünden, onlarla ilgili anılarını silmiş olma isteğine bağlamak gerektir.

 

Abdal Musa Sultan’ın Doğum ve Ölüm Tarihleri Üzerine Görüşler

 

Velayetname’de Abdal Musa Sultan’ın doğum tarihine ilişkin güvenilir bir belirtiye rastlayamıyoruz. Ancak ilk sayfalarda geçen şu söylemler yoruma açıktır:

 

“Horasanlı Sultan Hacı Bektaş Veli (Tanrı aziz sırrını kutsasın) bir gün hayatında otururken, mübarek nefesinden nutka gelüp ayıttı: ‘Ya Erenler! Genceli’de genç ay gibi doğam. Adımı Abdal Musa çağırdıram. Beni isteyen (s. 2) anda gelsün bulsun’ dedi. Hünkâr Hacı Bektaş vefat edicek, Abdal Musa zuhura geldi. Seyyid Hasan Gazioğlu Seyyid Musa anasından yetim kaldı.”

 

Görüldüğü gibi Hacı Bektaş Veli 1271- 73’te Hakk’a yürümeden önce, Abdal Musa’nın kendi donunda ve Genceli’de dünyaya geleceğini haber vermiş ve ona bağlanılmasını buyurmuştur.

 

Kısacası Anadolu Alevi-Bektaşilerinin “Hacı Bektaş Veli Ali’nin kendisi” olduğuna inandıkları gibi, Abdal Musa Sultan da Hacı Bektaş’tır ve dolayısıyla zamanın Velisi-İmamı Ali’dir. Zaten şiirinde de belirtiyor:

 

Ali oldum adım oldu bahane

Abdal Musa oldum geldim cihana

 

Ayrıca Seyid Ali Sultan’ı kırk Abdalla birlikte Hacı Bektaş Dergâhı’ndaki emanetleri almaya gönderdiğinde, “Hacı Bektaş olup dünyaya geldigü vakt” onları nereye koyduğunu da tek tek söylüyor.

 

Bu reenkarnasyon inancının ve Velâyetname’deki diğer bazı keramet söylencelerinin altında yatan nesnel gerçekleri şöyle sıralayabiliriz.

 

1. Abdal Musa Sultan’ın ailesi Genceli’de yaşamış ve kendisi de burada doğmuştur. Bebeklik yıllarında kendisi ve ailesi burada pek sevilmiyordu. Zaten bebekken anadan yetim kalmış ve bir “koca karıcık” onu ineğinin sütü ile beslemiş. Ancak Abdal Musa’nın yıllar sonra nasıl Genceli’nin üzerine tümen tümen askerle yürüdüğünü Kaygusuz Abdal şiirinde şöyle dile getirmiştir:

 

Ali’m Zilfikar’ın almış destine

Sallar durur Yezidlerin kastına

Tümen tümen Gencali’nin üstüne

Sırlar gelir Sultan Abdal Musa’ya

 

Velâyetname’de ise Teke Begi’ni yenerek, Genceli’yi “basıp altına alırken” bu kadının evini ziyaret etmiş, ona dokunmamıştır. Ayrıca yine Velâyetname’nin başlangıcından anlaşıldığı üzere, ilk önce yaylak olarak kullanılan Genceli’ye uğramış ve oradan sahile inmiştir.

 

2. Hacı Bektaş Veli’nin vefatının hemen arkasından dünyaya gelmiştir. Bu bilgiden hareketle Abdal Musa’nın doğum tarihi 1272-1273 arasındadır diyebiliriz. Olasıdır ki, Hacı Bektaş’ın müritlerine bu vasiyeti üzerine çocukluğunda Hacı Bektaş Dergâhı’na getirilerek, o dönem Dergâh’ın başında bulunan Kadıncık Ana tarafından yetiştirilmiştir.

 

3.Kaygusuz Abdal Sultan” incelememizde vurguladığımız gibi Abdal Musa Sultan büyük olasılıkla 1365’ten önce ölmüş olmalıdır.

 

Kıbrıs kralı Piérre’in donamasıyla 1361 yılında kıyı emirliklerine saldırması ve Antalya’yı ele geçirmesiyle bölgede başlayan büyük bir kriz yıllarıdır.

 

Kaygusuz Abdal ilk Mısır yolculuğundan döndüğünde Pir’ini bulamamıştır:

 

Beglerimiz Avlan gölün üstüne

Onlar gelir Sultan Abdal Musa’ya

 

dizeleriyle başlayan ve Kul Kaygusuz ayrı düşmüş pirinden Ağlar gelir Sultan Abdal Musa’ya dizesiyle biten övgüsel yas şiirinden bu açıkça anlaşılıyor. Çünkü Pirine, dostuna, sevgilisine kavuşan kişi şad olur, sevinir ve coşar. İnsan sevdiklerinden ayrılırken ağlar sızlar, ama ağlayarak buluşmaya gelinmez. Onun Pirinden ebedi ayrılığıdır bu.

 

Kaynakça:

 

1. Abdal Musa’dan iki yüzyıl sonra İmam Cafer Buyruğu’nu şehir ortamında yaşamakta olan Alevi-Bektaşiler için yorumlayarak Erkânname hazırlamış ve cem törenlerine yeni düzen vermiş olan Balım Sultan (Ö. 1518) Bektaşilerce Pir-i Sani (İkinci Pir) olarak anılmaktadır.

2. Elyazması, s. 1, 2, 3.

3. Elyazması, No. 26, varak 46b-47b.

4. M. Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi I, s. 34.

5. D. Angelov, “Certains aspects de la conquete des peuples Balkaniques par la Turcs” (Balkan halklarının Türkler tarafından fethinden bazı görünümler); Les Balkans au Moyen, Age: La Bulgarie des Bogomils aux Turcs, London, 1978, s. 222-223.

6. Belki bu konuda en son düşünülecek bir tarihçi olan İdris Bitlisî’nin Nuruosmaniye Kütüphanesi 3209 numarada kayıtlı “Heşt-i Bihişt” 70a’dan aktaran Vural Genç, 2006-2007’de Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Ortaçağ Tarih Programı’nda hazırladığı “İdris Bitlisî’nin ‘Heşt Bihişt’in Mukaddimesi ve I. Defteri’nin Tahlil ve Tercümesi” adlı basılmamış yüksek lisans tezi s. 291.

7. Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkında Bir Araştırma, İstanbul, 1946, s. 34-35.

8. Cemal Şener, Alevi Törenleri, İstanbul, 1991, s.127-129.

9. Elyazması, s. 26.

10. Elyazması, s. 27, 28.

11. Dr. Fikret Işıltan, Bizans Devleti Tarihi, TTK Himmet Akın, agy, s. 44; Georg Ostrogorski, Almancadan Çeviren: Prof. Yayınları, Ankara, 1981, s. 477.

12. Suhbat al Ahbar, Aksaray Kütüphanesi, 16. yüzyıl Elyazması No. 722 yaprak 35’den aktaran Himmet Akın, agy, s. 49.

13. Elyazması, s. 23.

14. Abdal Musa’ya ilişkin geniş bilgi ve açıklamalar için bkz. İsmail Kaygusuz, Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İstanbul, 2005, s. 188-191; Abdal Musa Sultan, Velâyetname, Karacaahmet Sultan Derneği yayınları, İstanbul, 2008, s. 5-77.

Not: Bu yazının tamamını yazarın internet sitesinde okuyabilirsiniz: http://www.ismailkaygusuz. com/419/550/247-247.html

 

Derviş Baba

 

Abdal Musa derki “kavgalardan kaç

Sır saklamayı bil, dosta gönlün aç

Ulu Sultan’ımın başındaki taç

Sevgidir barıştır bunu bilelim

Varıp dergâhına niyaz edelim

 

Yardım etti Osmanoğlu Orhan’a

Nankörlük görünce çekti barkana

Yüzsuyu dökmedi beye sultana

Elmalı’yı yurt edindi bilelim

Gidip dergâhına niyaz edelim

 

Hünkâr Hacı Bektaş donunda indi

Ali oldu Zülfikar’ı kuşandı

Genceli şehrini kuşatıp aldı

Dağ taş asker izindeydi bilelim

Biz de dergâhına niyaz edelim

 

Abdallara tekkesini kurdurdu

Temelde bir kazan altın dururdu

Dokunmadı sahiplerin buldurdu

Sultan din dil ayırmazdı bilelim

Sultan dergâhına niyaz edelim

 

Kallaş pirsizlerle yoldaş olma”dı

Ol Teke beyini cezalandırdı

Oysa Umur Beyi onurlandırdı

Gazi yapıp börk giydirdi bilelim

Varıp dergâhına niyaz edelim

 

Rodos yalısına çomağın attı

Sekiz yüz abdalla üç semah tuttu

Orayı da barış adası yaptı

Gönüllere Sultan oldu bilelim

Gönül dergâhına niyaz edelim

 

Abdal Musa’m tekkesinde eğitti

Gaybi beyden bir Kaygusuz yarattı

Kaygusuz’un ünü cihanı tuttu

Yine ona Şahım dedi bilelim

Şah’ın dergâhına niyaz edelim

 

Derviş Baba Abdal Musa Sultanım

Sultanım sanadır aşk-ü niyazım

Abdallar Şahı’na olamaz tanım

Hem Ali hem Veli bunu bilelim

Âli dergâhına niyaz edelim

 

                                                          -  Makaleler  -